"Seni çok rahatsız ettim mi?"
Bana masum bakışlar atan Mustafa'ya baktım. Direksiyon başında, hem yola bakıyor hemde arada bir bana dönüp bakıyordu. Buse'nin mesaj bölümünden çıkıp kafamı Mustafa'ya çevirdim.
"Hayır ama birinin kalbini çok kırdın,"
Aniden bana döndü. Derin bir of çekerek dudaklarını araladı. "Biliyorum, ama onu sevmemem veya duygularına hiç karşılık verememem benim suçum değil Selin, bunu sende biliyorsun."
Haklıydı. Çok haklıydı. Buse'nin duygularına karşılık verememek onun suçu değildi.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorarak soğuk bir şekilde yanıtladım. Yola diktiği gözlerini bana doğru çevirip dudaklarını araladı. "Bilmiyorum, ne yaptığımı, nereye gittiğimi, ne hissettiğimi, hiçbir şeyi bilmiyorum!"
Mustafa'nın ağlamaklı sesi canımı çok acıtmıştı. Gözlerinden yaşlar akarken, hıçkırıkları eşlik etti bu sefer ona. "Durdur şu arabayı,"
Dediğimi duyar duymaz, "neden?" diye sordu. "Durdur şu arabayı Mustafa," dediğimde hafifçe kenarıya arabayı park etti. Araba durduğunda arabadan indim ve kapıyı da sertçe kapattım. Birkaç çiftin olduğu, rengarenk ışıklı, kamelyalı bir park gözüküyordu. Oraya doğru ilerledim.
Birkaç dakika sonra arkamdan gelen adım sesleri, ve arabanın kilit sesi gelmişti. Anlaşılan Mustafa da arkamdan geliyordu. Kafamı çevirdiğimde sigara paketinden bir sigara çıkardı, arka cebinden de çakmak çıkarıyordu muhtemelen. Hızlıca yanına gittim ve sertçe bileğini tuttum. "İçme lütfen,"
Bana anlamsız bakışlar atıp sonra başıyla onayladı ve sigarasını tekrar kutusuna koydu. Beraber yürürken, "nasıl olacak böyle?" diye sordum. Tekrar derin bir nefes çekti ve dudaklarını araladı. Yürüdüğümüz ara sokak çok karanlıktı, ve biz birbirimizi göremiyorduk. Parka doğru ilerlediğimiz ikimizin de bildiği şeydi.
"Bilmiyorum, ama sanırım artık Buse'den uzaklaşmam gerek,"
"Bu durum ona çok zarar verecek biliyorsun, değil mi?"
"Biliyorum," dedi karamsar ve pişman bir ses tonuyla. Mustafa'nın üzerine gitmem için geçerli bir sebep yoktu. Sonuçta o da bu durumda suçsuzdu. Buse'nin suçsuz olduğu gibi Mustafa da suçsuzdu.
"Bu durumda ben onun yanında olacağım,"
Mustafa, bana baktı. Baya baktı. Hayran hayran baktı. Gözlerimiz buluştuğunda, "bizde bir yere oturalım mı?" diye sordum heyecanla. Parkın içi rengarenk led ışıkları ile süslenmişti, her yer ışıl ışıldı.
"Ne içersin?"
Mustafa'ya döndüm. "Çay olur," dedim hafiften tebessüm ederek. "Tamam," dedi. Gülümsedim. Gidiyordu, döndü birden.
"Üşüyor musun?"
"Biraz,"
"Ben hemen geliyorum!" dedi heyecanla ve koşarak gitti. Mustafa benim için koşarak gitti.
Birkaç dakika bekledikten sonra elinde kırmızı şeritli bir battaniye, ve iki çay ile geldi Mustafa. Battaniyeyi sırtına almış, çayları da eline. Gülümsedim, hatta güldüm. Çok komik gözüküyordu. Çayları masaya koyup battaniyeyi de arkama geçip omuzlarına bıraktıktan sonra, yumuşak bir ses tonuyla "teşekkür ederim," dedim. Aynı şekilde o da rica etti.
Sıcak çaylarımızı yudumlarken bu parkın ne kadar güzel olduğunu konuştuk. Çok güzeldi. Rengarenk ışıklar, insanın içindeki karanlığı alıp yerine aydınlığı kavuşturuyordu.
"Hangi bölüm düşünüyorsun?"
"Ne için?"
Güldü. Gülümsemesiyle jetonum düştü. Üniversite bölümünden bahsediyor salak Selin! Bir insan ancak bu kadar bağımsız olabilir.
"Psikoloji," dedim, düşünür bir sesle. "Sen?" diye sordum. "Sanırım bende mühendislik,"
"Hayalin mi?" diye sordu devamında. "Evet," dedim. "Hayalim, küçüklüğümden beri,"
"Umarım, her şey gönlünce olur," dedi tebessüm ederek. Gülümsedim. "Bana biraz kendinden bahsetmeyecek misin Mustafa?" diye sordum. Benim sorumla gözlerini sabit bir yere dikti, "bahsedilecek çok iç açıcı bir hayatım yok, sıkmayayım seni," dedi karamsar bir şekilde.
Kaşlarımı çattım. "Ne sıkması? Sen benim yakın arkadaşımsın,"
Birden yüzü düştü. Anlamıyordum. Ne olup ne bittiğini bir türlü anlayamıyordum. "Hadi anlat," dedim çayımı yudumlarken. Derin bir nefes aldı.
"Ben çok küçükken, yani 2 yaşındayken falan annem ile babam bizi teyzemlere bırakıp yurtdışına iş bahanesi ile gitmişler. Geri dönmek üzere gittikleri yerden de bir daha geri dönmemişler. Bizi lise çağına kadar teyzem büyütmüş, daha sonra teyzemi kaybettik ve bir yurda yerleşmek zoruna kaldık. Ablam ile benim o zamanlar en büyük hayalimiz bir vakıf kurmak ve kimsesiz çocukları, bir aile sevgisiyle bir arada tutmak, onları sevmek, korumak, aile olmaktı."
Durdu, duraksadı. Gözünden akan yaşı çenesine değmeden bir çırpıda sildi. Boğazıma oturan acıyla çırpınıyordum. Sebepsizce Mustafa her üzüldüğünde canım yanıyordu. Canımdan bin parça gidiyordu. Hafif öksürüp boğazımı temizledim. "Başın sağolsun," dedim zorlukla. "Sağol," dedi karamsar bir ifadeyle. Gözleri dolmuştu. Belli etmemek için kafasını sağa sola çeviriyor, ve bana bakmıyordu.
"Sonra," dedi durgun sesiyle. "Sonra ben lise birinci sınıfken ablam üniversite okumak için başka bir şehire gitti. İlk sene aradı, konuştuk. Görüntülü aramalar yaptık, buluştuk. Daha sonrasında aramaları azaldı. Artık görüntülüyü geçtim, normal bir şekilde bile aramaz hâle geldi. Ablamın bu durumu beni korkutuyordu. Birgün onu aradım, bir adam çıktı telefona. Bundan sonra bu numarayı aramamam gerektiğini ve kendisinin ablamın eşi olduğunu söyledi. Daha sonrasında ben yine aradım ablamı, ulaşamadım. Ona ulaşamamak veya onun bana bir şekilde ulaşmaması beni derinden yıkmıştı. Bir daha da aramadım. Çünkü beni istemeyeni ben hiç istemezdim."
Gözlerim dolu, ellerim titriyor. Nasıl dayanabilmişti böyle bir acıya? Kimsesizliğe nasıl göğüs gerebilmişti? Masada duran eline, elimi uzattım. Tuttum elini. Evet, korkmuyordum artık. Çünkü yanında olacaktım. Ne sıfatta olursam olayım, her daim Mustafa'nın yanında olacaktım. Bu bir acıma duygusu değil, bir olma duygusuydu. Bu ruh eşini bulabilme hikayesiydi. Bu sevgiydi, aşk değildi.
"Hep yanındayım," dedim cüretkar bir ses tonuyla. Gülümsedi, gülümsedim. "Sonsuza kadar yanımda olur musun?"
Gözlerinin içine baktım. "Olurum Mustafa, sana söz veriyorum, hep yanında olurum."
Gülümsedim ve çayımın son yudumunu da aldım. Enseme vuran rüzgar beni titrettiğinde Mustafa endişeyle baktı. "Kalkalım mı?" diye sordu gözleriyle endişe saçarak. "Olur, üşüdüm zaten," dedim.
Battaniyeyi omuzlarımdan hafifçe asılarak ayağa kalktım ve bu güzel parkın ışıklarına son kez baktım.
"Çok beğendiysen, daha sonra hep gelebiliriz,"
Mustafa'ya gülümsedim.
"Gelelim,"
Parktan çıkarken gözüm girişteki levhaya takıldı. Demek ki girerken farketmemiştim. Kalın koyu yazıyla yazılmış olan, Işık Parkı yazısına baktım.
"Adı ışık parkıymış!" dedim ve ikimizde gülmeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
ChickLit"Hepimiz kendi gezegenimizde yaşıyoruz. Peki, ya bu gezegene bir başkası girmeye çalıştığında? Belki kapılarımızı kapatıyoruz suratına, ama ya zorla girmeye çalışıyorsa? Ya da o sizin kaderinizse ve siz kaderinizi değiştiremiyorsanız? Belki de farkl...