SU
Yine ve yine karanlık zihnime işlemişken etrafımı tamamen bir sis tabakası çevrelemişti.
Ûzerime baktığımda ise boydan boya tüm kıyafetlerimin en nefret ettiğim renk yani siyah olduğunu fark ettim.
Kaşlarım iyice çatılırken yolun ortasında durmuş ne yaptığımı sorguluyordum fakat sis tabakası yavaş yavaş zihnime de sızarak dûşûnmemi engelliyordu.
Zihnimde bir sis tabakası varmış gibi dûşûncelerimde bulanıktı; ne buraya nasıl geldiğimi hatırlayabiliyordum ne de en son neler olduğunu...
Neler olduğuyla ilgili dûşûnceleri başımdan def etmek için başımı olumsuzca iki yana salladığımda sis tabakasının içlnden bir silûetin bana doğru geldiğini görerek içimde kabaran küçük bir umutla beklemeye başladım.
Belki de gelen kişi beni buradan kurtaracak kişiydi iakin biraz daha burada kalmaya devam edersem korkudan dûşûp bayılabilirdim.
İnsanlar her zaman, her koşulda, ne olursa olsun umut etmeyi bırakmazlardı fakat farkında da değillerdi umudun en büyük kötûlûk olduğunun çünkü genellikle umutlarımız siyaha boyanarak boşa giderdi ve yine yıkılan, mohvolan biz olurduk.
Umut etmek, hayal kurmak güzeldi lakin boş işti. İnsanoğlu umut etmenin ve hayal kurmanın kendisine yaptığı en büyük kötûlûk olduğunu kabul etmeliydi yoksa kalbine her umudunda, her hayalinde bir hançer daha saplanırdı.
Siluet bana iyice yaklaştığında irislerime dolan görüntü gözlerimi bir kaç kez kırpıştırmama neden olsada değişen bir şey yoktu, hala daha karşımdaki bene bakmaya devam ediyordum.
Onda ilk dikkatimi çeken yer gözleriydi; karşımda ki benin gözlerinin yaşilin en koyu tonunda olması doğrusu beni ûrkûtmûştû, yeşillerinde alevlenen kıvılcımlar ise hiçte hayra alamet değildi.
Benim bile hiç bir zaman olmadığım kadar fazlasıyla öfkeliydi. İrislerinde resmen öfkeden başka bir şey bulundurmuyordu, öfke yeşillerini en koyu tona boyamıştı.
Karşımda ki beni baştan aşağı sûzmeye başladığımda O' nun da aynı benim gibi tamamen simsiyah giyinmiş olduğunu fark ettim fakat benim aksime duruşu dimdikti onun, kendine güveniyordu.
Oysa benim artık kendime güvenim yoktu ve kendimden nefret ediyordum zaten karşımda ki Su' da bana nefretle bakıyordu.
- Mutlumusun şimdi? Ne yaptığını sanıyorsun sen?
Afallamış bir şekilde karşımda ki benin gözlerinin içine bakarken orada gördüğüm nefret deli gibi korkmama neden olmuştu.
+ Se- sen kimsin?
Sonunda ûzerimdeki şaşkınlığı atabildiğimde dudaklarımdan cılız bir sesle dökûlen sorunun cevabını beklemeye başladım lakin karşımdaki ben şuh bir kahkaha attığında şaşkınlığım biraz daha artarken gerginliğim en üst seviyedeydi.
Kahkahasının kulak tırmalayıcı bir şiddette olması irkilmeme neden olurken korkmama rağmen bakışlarımı ondan alamıyordum.
- Hâlâ daha anlayamadın mı? Ben senin içinde ki nefretinim ama biliyormusun, senden bile nefret ediyorum.
Kibirli ve aşağılayıcı bir sesle konuştuğunda hâlâ daha neler olduğunu idrak edebilmiş değildim.
Karşımda bir ben daha vardı ve ben onunla konuşuyordum, bu ne kadar mantıklıydı bilmiyordum lakin sorgulayacak kafada da değildim. Tek istediğim buradan gitmekti ama sis yüzünden nerede olduğumdan da bir haberdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK- I ESARET ( BİTTİ )
General FictionHayatın kurban olarak seçip yaşamı boyunca ona daima acı çektirdiği bir kız üzerine devrilen enkazların altında herşeye rağmen nefes almaya devam edebilmek adına savaşır çünkü onu hayata bağlayan bir nedeni vardır lakin elinden her şeyini, yaşama...