SU
Hayat oyundan öte sanki bir kumar masasıydı.
İstemediğin, igrenç olduğunu kesinlikle bildiğin kişilerle aynı masada oturup oyunu kazanmak adına resmen savaşırdın kaybedeceğini bile bile.
Aynı masada oturmak zorunda olduğun bu pislik insanların arasında şansı her zaman yaver giden biri varken her zaman da kaybetmeye mahkum biri vardı ve ben bu oyunda hep kaybeden taraftım.
Bir de hilekar biri vardı o pisliklerle dolu masada lakin ben hile yapmaya gram cesaret edemezdim çünkü sonucunda canımın ne denli yanacağını gayette iyi biliyordum.
Hayatta tüm şanssızlıklar, yaşamayı kesinlikle istemediğim şeyler hep beni buluyordu ve artık bu kumar masasına dönen hayatta savaşacak takatim kalmamıştı.
Masadan kalkabilmek adına sadece iki seçeneğim vardı, ya kazanacaktım oyunu ya da masada ki herkese oyunu kazandırıp mağlubiyetle ayrılacajtım o oyundan.
Belki de kaybetmemin, pes etmemin bedeli büyük olacaktı lakin öyle olmadığını her ne kadar çok iyi bilsem bile kurtulduğumu sanacaktım. Ben asla kazanamazdım çünkü.
Gözlerimden deli gibi akmaya devam eden yaşlar yanaklarımda izlediği yolda tenimi yaraya tuz basmışcasına cayır cayır yakarken aslında tenimi yakan iğrenç dudaklardı fakat o dudakları tenimde hissetmeyi kesinlikle istemediğim için acımı başka şeylere yormaya çalışıyordum, kısacası aslında herşeyin farkında olan beynimle hayatın bana oynadığı gibi oyun oynuyordum.
Kalbim öyle büyük bir hızla atıyordu ki her an göğûs kafesimi yarıp dışarıya fırlayacakmış gibi hissediyordum.
Korkum ise en üst safhadayken boynumda hissettiğim dişlerin keskin acısıyla ağzımdan kaçan çığlığa engel olma girişiminde bile bulunmadım.
Dünya ne kadar iğrenç bir yer, insanlar ne kadar merhametten ve vicdandan yoksun varlıklardı böyle.
Birileri sırf zevki yada intikam için bedenine izinsizce dokunurdu ve insanlar ise kirlenmiş tabirini layık görûrlerdi sana o anki çektiğin acıyı umursamadan canını yakmaya devam ederek.
İğrenç dudaklar tenimde izinsizce dolanarak hem ruhumu hem de bedenimi deli gibi acıtırken daha fazla çırpınacak takatim kalmadığında gözlerimden akan yaşlarla kollarım iki yanıma devrildi boş bir çuval misali.
Bu birazdan yaşayacağım iğrençliğin kabullenişiydi aslında, masada ki bir diğer pisliğe oyunu kazandırıştı...
Her türlü pisliğe bulaşıp masum insanların canını yakan eller fûtursuzca bedenimde gezinirken zihnim bu anı arka plana atmak adına her türlü dûşûnceye sapmıştı lakin bunun imkansızlığını beynimde gayet iyi biliyordu.
Bedenimde kalan son bir güçle ellerimi tekrar omuzlarına çıkarıp ittirmeye çalıştığımda bu vahşi adamın gûcûne karşı koymamın imkansızlığı bir kez daha yüzüme çarparak ûzerime bir enkaz daha devirmişti ve ben ûzerime devrilen bir enkazın daha altında yaşamak için çırpınıyordum.
Kulaklarım her sese algısını kapatırken pantolonumun dûğmesine gittiğini hissettiğim elle daha çığlık atmaya fırsat bulamadığım bir anda beynimdeki uğultulu seslerin arasından yinede kırılırcasına açılan kapıyı ve ardından tanıdık sesin kûkremesini çok rahat bir şekilde çekip alabilmiştim.
O mucize olarak adlandırdığım ses kulaklarıma dokarken kasım kasım kasılan bedenim bir anda gevseyerek kendini koktuga iyice bastırmıştı onun gelişiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK- I ESARET ( BİTTİ )
General FictionHayatın kurban olarak seçip yaşamı boyunca ona daima acı çektirdiği bir kız üzerine devrilen enkazların altında herşeye rağmen nefes almaya devam edebilmek adına savaşır çünkü onu hayata bağlayan bir nedeni vardır lakin elinden her şeyini, yaşama...