"öyle de güzeldi gözleri"
Medya: Yiğit Demirkan
Şarkı: İkiye On Kala - Bütün İstanbul Biliyo•
İstediğimiz her bir şey inatla olmazdı ya hani. Olmadı, sevgili günlük. Ayırdılar bizi. Aptal bir yurda yerleştirilmiştim. Hiç olmadığım kadar yalnızdım.
Yaralarım hiç iyileşmedi. Tuz döker gibi hep birileri bir engel çıkarttı karşıma, hayatı sevmemem için. Umuduma kelepçe vurdular. Her şeye rağmen, geçip giden her şeyin ardından ayağa kalkmaya çalıştıkça biri arkamdan, dizime bir tekme atıyordu. Dizlerim kurumadan yeniden kanıyordu.
Sosyal hizmetler çalıştığım yere kadar, her gün yediğimiz makarnaya kadar, bizi terk eden babamıza kadar biliyordu bizi. Ablam, Fatih abiyle apar topar evlendi, bir ümit beni geri alabilmek için. Ama o öyle hızlı olmadı.
En nihayetinden şu an on sekiz yaşımdayım. Ablam ve Fatih abiyle birlikte aynı evde yaşıyorduk. Ama o dönem iki sene sürdü.
Yokluğumda ablam durumu biraz toparlayabilmişti. Terfi etmişti mesela. Eski evimiz de satılmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse o evden bir toz bile hatırlamak istemiyordum zaten.
Artık lise son sınıftım. Olduğu kadar tabii. Lise hayatımın geriye kalanından, hayatımı değiştiren birkaç olay vardı sadece: biri aşık olmam diğeri de hayal kırıklığım...
Yurtta kalmaya başlayalı bir kaç gün olmuştu. Ablamla görüşüyorduk ama aynı evin çatısının altında kalmakla aynı değildi tabii.
Yaz tatilinde uğradığım sahil kenarına gelmiştim. Havalar artık buz gibiydi. Aralık ayının soğukluğu, giydiğim külotlu çorabın içerisinden bacaklarımı ısırıyordu. Dalgalar daha hırçın, sahil bomboştu.
Aylar önce Yiğit'in neden denize öyle bakıp durduğunu sorguluyordum. O ne düşünmüştü bilmem ama, ben denize bakınca kendi dertlerimin derya deniz oluşunu, gözümün önünden akışını görüyordum artık.
Gözlerimden süzülen yaşlar, yüzümde sıcak izler bırakırken, kollarımı sıkıca doladım kendime. Umursamıyordum gören olursa diye. Kime hesap verecektim ki zaten döktüğüm yaşın? Ya da daha doğrusu kim gelip soracaktı ki içtenlikle neyim olduğunu?
"Ezgi?" Şaşkınlığın, bariz bir şekilde ses tonuna yayılışını işittim. Dönüp bakmadım. Ona bakmak istemiyordum hiç. Merakından iki soru sorup gidecek, unutacaktı zaten. Ben de unutmak isterdim.
Yanıma gelip oturdu yan bir şekilde. Eteğimden çekip beni kendine çevirdi. "Sen ağlıyor musun?" Eli çenemden kaldırmaya yeltenirken döndüm başka tarafa.
"Git," desemde sesim aciz çıkmıştı.
"Ne oldu sana? Kaç gündür yoksun ortalıkta... Kafeden de kovulmuştun. Neyin var?" Kadife gibi yumuşak sesi ihtiyaç duyduğum ilgiyi aşılarken, kendimi hiç olmadığım kadar güçsüz hissettim.
"Yiğit, Allah aşkına git. Neyine rol yapıyorsun? Rahat bırak beni!" diye cırladım.
Kalktı. Gerçekten gidiyordu sanırım. Kafamı asla onun tarafına çevirmedim. Okulda çizdiğim imajın ardından, burda ağlamak, onun karşısında ağlamak bana dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
adı bende ya'saklı
Teen FictionAdım Ezgi... Ezgi Akbulut. Uzunca Yalnızlığın Ezgisi. Kısaca Ezgi işte. Ben o herkesin nefret ettiği kızım. Kötü kalpli, sevenleri ayıran, duygusuz sanılan... Hani sizin şu çakma sarışın olan. Ben kendi hikayemin esas kızıyım. Sevdiğim beni sevmese...