"arıyorum ama artık kayıp,
bu okyanustayım."Medya: Yiğit Demirkan
Şarkı: No.1 & Melek Mosso - Hiç Işık Yok•
Ekrana anlamsızca bakıyordum.
"Hoş geldin Yiğit efendi, sefalar getirdin." Bariton bir ses duyuldu. Ekran simsiyahtı hâlâ. Anlamayarak Tarık'a baktığımda o suskun bir ifadeyle parmaklarıyla oynuyor ve bana bakmıyordu.
"Anlaşılan ilk ziyaretinde anlamadığın birkaç nokta olmuş," dedi yabancı ses. Kaşlarım çatılırken adamın boğuk ve tahriş olmuş ses ürperticiydi.
"Yok olmamış." Yiğit'in alaycı sesi odayı doldurdu. Nedense sırıttığını bile düşündüm. Birden kameranın görüşü aydınlandı. Hırpalanmaktan yere düşmüş olmalıydı.
Alt köşede, ekrana Yiğit'in kanlar içinde yüzü belirdi. Şimdi ki haliyle alakası dahi yoktu. Lise ya da Aydın'a gittiğimiz zamanlara ait olabilirdi.
İçimde bir şeylerin dağlandığını hissettim. Bir el, bir zamanlar okşamayı ölesiye dilediğim saçlarını sertçe geriye doğru çekiyordu. Yiğit ise, acıdan göz kenarları kırışsa da gülmekten vazgeçmiyordu.
"Ah! İki kızın paylaşamadığı yakışıklı erkek," diye iç geçirdiğinde o ses, ben asıldığı saçlarında tutuşan acıyı düşünüyordum. "Harbiden yazık lan. Bak doğrusu duygulandım şimdi," dedi adam alayla.
"İki kızı olup da adam olamayan sen... Asıl sana yazık it oğlu it," diye hiddetle ağzından dökülen kelimelerin sahibi, Yiğit'e hayretle baktım.
„Vay, bir de pişkinlik mi yapıyorsun sen." Adamın sakin sesinin altında neler yatıyor acaba diye düşünürken sertçe etin ete çarpasını duydum.
Sonra Yiğit'in güldüğünü.
"Bu mu yani? Beni daha fazla ne kadar döveceksiniz?" diyordu gülerek. İstemsizce kalbim sıkışıyor ve bir halt anlayamamak canımı sıkıyordu.
"Sen telaşlanma, benim senin için çok güzel planlarım var yiğidim." Adım sesleri duydum bir müddet. Sonra aralıksız yumruk sesler inlemelerini... Zorla yutkundum.
"Ne gülüyorsun lan şerefsiz piç!" Solundan yediği yumrukla suratı kameraya döndü. Kaşından yanağına doğru çizgi çizen kana, parçalanan dudaklarındaki kana acıyla baktım.
O an gözleri yere düşen kamerayı fark etmişti. Uzunca baktı. Ya da bana öyle geldi.
Uzun yapılı bir adam girdi kadraja. Kır saçlı, kırklı yaşlarındaydı. Yüzünü bir yerlerden anımsıyordum ancak şu an odaklanacağım en son konu bile değildi. Tam arkasında durarak, onun omuzlarına parmaklarını batırıp sıkıyor, onun acı çekmesinden zevk alıyordu.
Ben almıyordum.
Ve ben bu saçmalığın ne olduğunu da anlayamıyordum.Adam, Yiğit'in sessizliğini galibiyet sanarak konuşmaya başladı. "Bir daha," dedi elini sertçe omuzuna vurarak.
Yavaş adımlarla Yiğit'in etrafında dolandığında beliren surata kaşlarım çatıldı. "Bir daha seni o kızın yanında, sağında, solunda, etrafında görmeyeceğim. Uzak duracaksın." dedi her kelimeyi bastırarak.
Hangi kızdan bahsediyorlardı bunlar?
"Durmazsam ne olur lan?" diye üste çıktı Yiğit. Gözlerinden yorgunluk akıyordu. Kahve gözlerindeki yoğunluk tıpkı beni Aydın'daki eve götürdüğü zamanki gibi, yıkılmış ve isyan doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
adı bende ya'saklı
Teen FictionAdım Ezgi... Ezgi Akbulut. Uzunca Yalnızlığın Ezgisi. Kısaca Ezgi işte. Ben o herkesin nefret ettiği kızım. Kötü kalpli, sevenleri ayıran, duygusuz sanılan... Hani sizin şu çakma sarışın olan. Ben kendi hikayemin esas kızıyım. Sevdiğim beni sevmese...