"İmkansız gibi görünen bu mesele,
girdi aklıma her gece tanıdık bir melodi."Medya: Yiğit Demirkan
Şarkı: Can Ozan & Zeynep Bastık - Toprak Yağmura•
Elimden hızla tutmasıyla birlikte beni kendine doğru çekti ve o hiddetle göğsüne çarptım. Yanağım göğsüne tamamıyla temas ederken, dört nala koşan kalp atışlarım kulaklarımı, yoğun ve mayıştıran kokusu burnuma doldu. Şaşkınlık, kalbime doğru saçma ve bir o kadar da anlamlı, umut dolu bir yol çizmeye başlamıştı.
"Bu başka biri. Gülcan buraya gelemez." Gözleri kapıyı buldu ve sanki dışardakini görebilecekmiş gibi düşünceli bir halde baktı. Sonra kısık gözleriyle üstten bana ve saliselik bir süreyle elbisemin dekoltesine baktı. "Burayı kimse bilmiyor," diye fısıldadı en son.
Sakince elimi parmaklarından kurtardım ve ona anlamayarak baktım. Sessiz olmamı işaret etti ve kapının dürbününe adımladı. Dürbünden birkaç saniye izledi dışarıdakini. Bariz bir şekilde nefesini koyverdi sonra.
"Kapıcı sanırım, gitti zaten," dedi gayet rahat bir şekilde. Parmak uçlarımdan tepeme doğru nükseden sinir, göz ardı edilesi değildi. "Neredeyiz biz?" dedim odaya gün ışığını dolduran pencerelere doğru adımlarken. "Nereye getirdin sen beni?" Hızla perdeyi çektim. Cevap vermek yerine, sessiz ve sakin adımlarla salondan çıktı.
Dar bir sokak, kenara köşeye park edilmiş birkaç eski Tofaş... Plakalar da kocaman '09' yazısını yok saymaya çalıştım ancak etraftaki dinginlik ve gecekondular hiç İstanbul'a benzemiyordu. Hızla salona, Yiğit'in yanına ilerledim. Sinirle ellerim yanlarımı buldu. "Sen beni Aydın'a mı getirdin? Ne hakla?" dedim bağırarak.
Büyük bir yavanlıkla elindeki gazeteyi bıraktı ve ağır çekimde yüzünü bana kaldırdı. "İstediğin bu değil miydi? Sen, ben ve ıssız bir yer." dedi ayağa kalkıp yanıma yaklaşırken. "İşte geldik bak, ne istersen yap."
Bir an bu anın gerçekliğini sorgularken buldum kendimi. Başıma saplanan keskin ağrıyla birlikte sendelenmiştim ancak buna takılamazdım şu an.
Hiddetle bana yaklaşan gövdesini ittim. "Sen beni ne sanıyorsun be?!" diye bağırdım. Bileklerimden yakaladı ve kendine çekti. Yüzüne bir karış uzaklıkta, nefesi yüzümü delip geçiyordu. İnatla, tereddütsüz kahve gözlerine baktım. Göğsü her nefes alışverişinde bana temas ederken, akıl sağlığım yerinde değildi.
Uzun bir süre yüzüme ve saçlarıma baktı. "Sakin ol, bir şey yapmayacağım," dedi sakince. Gözleri elbiseme kaydı. "Önce bir duş al, kendine gel. Sonra şu gecelikten kurtulalım." Beni serbest bıraktı ve geçip gitti yanımdan. Sinirle arkasından bakakaldım.
"Duş falan almayacağım. Gecelik de değil bu. Cahil!" dedim sinirle arkasından. Uzaktan tabii tabii diyen mırıltısını işittim. Dediği hiçbir şeyi yapmayacaktım.
Ne hakla beni buraya getiriyordu ki? Kapının kenarına atılmış ayakkabılarımı ve çantamı görmemle oraya ilerledim. Eğilip çantamı aldım ve içinden telefonu aradım ancak yoktu.
"Telefonum nerede benim?" diye sordum salona yeniden giren Yiğit'e. Elinde katlı duran kıyafet ve havluyu koltuğa attı ve arka cebinden telefonumu çıkarttı. Elinde sallayarak, "Bu bir süreliğine benim," dedi. Hızlı adımlarla yanına yaklaştım telefonu almak için ama ben daha uzanamadan elini havaya kaldırdı ve yetişemedim.
Öfkeyle soludum. "Ne bu? Mafyacılık filan mı oynuyoruz şimdi de? Uğraştırma da ver telefonu, çıldırtma beni." Kaşlarını kaldırarak cık cıkladı ve telefonu geri arka cebine koydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
adı bende ya'saklı
Teen FictionAdım Ezgi... Ezgi Akbulut. Uzunca Yalnızlığın Ezgisi. Kısaca Ezgi işte. Ben o herkesin nefret ettiği kızım. Kötü kalpli, sevenleri ayıran, duygusuz sanılan... Hani sizin şu çakma sarışın olan. Ben kendi hikayemin esas kızıyım. Sevdiğim beni sevmese...