"en azından ince bir kabuk bağlasın,
azıcık eşitlik sağlasın."Medya: Ezgi'nin elbisesi
Şarkı: Sezen Aksu - Ben De Kendi Yoluma Giderim•
Derince yutkunurken onun kıpırdayan adem elması, sanki kalbime oturdu. Yeniden baktığım gözleri, dudaklarıma düştu. İki dudağının arasından sesli bir nefes koyverdi.
"Ne yaparsın..." diye fısıldadım, "öper misin yoksa?"
İnat olsun diye dudaklarımı ıslattığım sıra, sinirle soludu. Dudakları dudaklarıma yakın, birbirine değmek, buluşmak için yanıyordu. Tenime bulaşan nefesi, çok kötü şeylerin habercisiydi.
"Yiyorsa öpsene," diye sırıttım. Konuşunca dudaklarıma kazara çarpan üst dudağının derisi ve onu çevreleyen sert sakalı, kalbime gülle gibi oturdu. Gözleri karardı ve sadece durdu. Öylesine. O saniyelerde tutsak olduğumuzu, günlerce böyle kaldığımızı hissettim.
En sonunda büyük bir soğukkanlılıkla başımı cama çevirdim. Burnunun ucu yanağıma sürttü. Aklımda oynaşan hareketliliği ve kalbimin ağzıma doğru tırmanışını zaptetmeye çalışırken aslında, karanlık sokağı ve çiselemeye başlayan yağmur tanelerini sakince izlemeye çalışıyordum. O ise benim aksime, direksiyona elini geçirdi ve hızlı hızlı aldığı nefesler eşliğinde, hiddetle motoru çalıştırdı. Buruk bir şekilde güldüm.
"Anca böyle susarsın sen zaten," dedim. Yaslandığım yerden kafamı çevirdim ona. Bulanık bakışlarla yüzünü seçmeye çalışırken, beni kolları arasına almak isteyen uykuya direniyordum. Başı koltuğa dik bir şekilde yaslıydı ve yolu dalgınca seyrediyordu sadece. Sol kolu, kapıya yaslı bir halde direksiyonu tutarken kapanan gözlerim ona son kez baktı.
"Sen anca..." dedim yorgunlukla "anca sus ve uzaktan izle Yiğit." Ardından uykuya yenik düştüm.
••
Yanağımın üzerinde hissettiğim kıpırtılarlar huzursuz oldum. Biraz daha uyumak istiyordum oysaki. Elimle yanağımdaki huzursuzluğu defetmeye çalıştığımda kulağımı dolduran homurtuya dikkat kesildim."Uyurken bile asabi," diye söylendi biri. Ardından adım sesleri duydum. Kaçan uykumla birlikte gözlerimi araladığımda, uzun ve siyah kota sarılı, bacakların uzaklaştığını gördüm. Gözlerim onun yüzüne tırmanırken, onun kumral saçlarını görmek, kaşlarım çattı.
Başıma saplanan ağrıyla yerimden kalktım ve başlığa yaslandım. Gün ışığı beni fazlasıyla rahatsız ederken, yattığım yatağın ve kaldığım odanın benim olmayışı, beni baş ağrısından daha çok sarstı. Hızlıca etrafa bakarken, beyaz duvarlar, gri eşyalar hiç de benim evim, benim odam gibi durmuyordu. Beyaz örtüyü hızla üzerimden çektim. Karnımda toplanan ve ayağa kalkmamla birlikte kalçalarımı geri örten, dünden kalma siyah, ip askılı elbisemi düzelttim.
Kapıdan içeri giren ayakları fark etmemle anında yüzüne baktım. Öylesine sinirliydim ki, öfke kusabilirdim şu an.
"Sen beni kendi evine mi getirdin?!" diye cırladım. Yüzünü buruşturdu ve elindeki su bardağını komidine bıraktı.
"Sana da günaydın," dedi. Gri kumaşlı tekli koltuğa bıraktı kendini ve bir eliyle alnını ovalamaya başladı. "Başlatma günün aymasına. Ne işim var benim burada?" dedim sinirle. Sıkıntıyla nefes verdi ve ciddi bir suratla bana baktı.
"Gece zor topladım seni oradan. Ne bok vardıysa bu kadar içmene," diye bağırdı birden. "Hadi o kadar içtin bari sonunu düşün. Nasıl dönmeyi planlıyordun oradan? Ya da kiminle?"
Yüzünden ciddiyet ve biraz da öfke akarken, onun bu hesap sorma hakkını kimden aldığını düşündüm. Çenemi kaldırdım ve kibirle baktım. "Sana ne? Hayır gerçekten yani merak ettim şimdi," dedim kollarımı bağlayıp ona yaklaşarak. "Sana ne?!"
Sabir dilenircesine dudaklarını yaladı ve oturduğu koltuktan, bana kirpiklerinin arasından baktı. Kolçakların üzerinde sakince tuttuğu elleriyle, birden destek alarak ayağa fırladı ve dibime girdi. Arada hatrı kalan bir karışlık mesafe vardı ancak bu ani atak, kalbimi ağzıma getirdi.
Kıpırdamadım. Onun yerine dik dik baktım.
"Ben gelmeseydim ne olurdu biliyor musun?" diye tüm sinirini zaptetmeye çalışır gibi konuştu. Neye sinir olduysa sanki? "Herifin biri götürürdü seni. Ama benim gibi alıp götürmek değil."
Önce sakince yüzünü inceledim, sonra tek omuzumu salladım. "Bundan sana ne? Anam mısın babam mı? Ya da sevgilim filan? Niye senin umrunda ki bu?" dedim ruhsuzca. Sinirle güldüğünde, ben de etrafı ellerimi açarak işaret ettim. "Bir de alıp evine getirmişsin. Gerçekten çok komiksin Yiğit," dedim gülüyormuş gibi.
Çalışma masasına yaklaştım ve üstünde çerçeveyle duran fotoğrafa baktım. Sevgilisiyle birlikte el ele sahilde sırıtan bir selfie. Ellerde dondurma, Yiğit'in arkasından tavşan kulağı hareketi... Tek kelimeyle: çocukça.
Gereğinden fazla sesli iç geçirdim ve ağır bir şekilde beni izleyen kahve gözlerine baktım. "Düşünsene, bir de sevgilin şimdi geliyormuş. Ne komik olurdu," diye kendi kendime güldüğümde aynanın önünde siyah saçlarımı elimle kıvırıyordum.
İşte o an gerçekten zil çaldı.
Şokla bana dönen gözleri ve donuk bedeniyle dikildi odanın ortasında. Beni gerçek bir gülme tutarken, ikimiz de üzerimdeki ince ve dizlerimin hayli üzerinde biten elbiseye bakıyorduk. Çıplak ayaklarımla, iki adımla yanına gittim ve gözlerindeki o endişeyi dikkatlice izledim.
"Ben kapıya bakayım. Narin sevgilin beklemesin kapıda boşuna, incinir şimdi." Az önce omuzumun üzerime kıvırdığım saçlarımı savurdum ve kapıyı açmak için hole adımladım.
•
Sizce hikaye nasıl..
- mesela karakterler için ne düşünüyorsunuz?- ya da gidişat hakkında?
Yıldızlamayı ve kendinize iyi bakmayı unutmayın...💫♥️
Görüşürüz, öptüm!🌷
30/06/2020
düzelendi.
13/12/21
ŞİMDİ OKUDUĞUN
adı bende ya'saklı
Novela JuvenilAdım Ezgi... Ezgi Akbulut. Uzunca Yalnızlığın Ezgisi. Kısaca Ezgi işte. Ben o herkesin nefret ettiği kızım. Kötü kalpli, sevenleri ayıran, duygusuz sanılan... Hani sizin şu çakma sarışın olan. Ben kendi hikayemin esas kızıyım. Sevdiğim beni sevmese...