Hepsinize Helöööö!
Yepisyeni bir bölümünen burdayım. Biraz türkçeyi katlettim ama kusura bakmayın... Bakalım nasıl bir bölüm olacak...?
~~~~~~~~~~~~~~
Bir arkadaşım demişti ki, nefes aldığın kadar değil nefesin kesildiği zaman kadar yaşıyorsun bu hayatı.
Hepimiz için öyle değilmiydi zaten? Şimdi bu insanlardaki yaşam çabası niye? Bir zamanlar bu soruya çok cevap aramıştım ama cevabı çok zaman sonra öğrenmiştim. O cevap meğersem hep yanımdaymış ama fark etmek için zaman gerekiyormuş.
"Vay be Serra, şu adamı yendin ya sana daha birşey diyemiyorum." Evet! Anlaşıldığı üzere ben kazanmıştım.
"Ee benim kardeşim o. Olsun o kadarda değil mi?" Abim sözleri ile güldüm. Ama Kerem yüzünü buruşturdu ve küçümser bir şekilde baktı.
"Senin kardeşin ama kardeşin kadar olamayanda sensin koca adam." Yüzümdeki gülümseme tebessüme dönüşürken içimde çığlık atan bir ses belirdi.
O senin gerçek abin değil unuttun mu?
Sana benzeyemez! Onun damarlarında Yılmaz kanı dolanıyor!
Kısa bir süre gözlerimi kapatıp içimdeki sesi susturmaya çalıştım.
Evet damarlarımızdaki kan aynı değil belki ama yüreğimizdeki sevgi, içimizdeki inanç aynı olduktan sonra ne önemi var ki? Kardeşlik kan bağı gerektiren birşey olsaydı abim beni bu kadar sever miydi?
Ensemde hissettiğim sıcak nefes ile irkilerek gözlerimi açtım. "Evet bir hafta boyunca ne isteyeceksin benden?" Aslında bunu düşünmemiştim ama aklımda ufak tefek şeyler vardı.
Sakin kalmaya çalışarak gülümsedim. "Hemen bu hafta istemeyeceğim senden. Bu arada sende Ankara'ya geleceksin değil mi?" diye sordum ama titrememi durduramıyordum. Bu yakınlık vücudumun heyecan dalgasına kapılmasına neden oluyordu.
"Geleceğim de sen oradamı isteyeceksin?" diye sordu. Kaşlarını çattığını hissedebiliyordum. Çok merak ediyordu.
Konuşmayıp sadece kafamı olumlu anlamda sallayarak cevap verdim. Onun merakı dahada keyiflenmeme sebep oluyordu.
Bu sefer kafamı Gül'e çevirdim. "Ee Gül, benimle dışarıya kadar gelebilir misin? Önemli birşey konuşmam gerekiyor seninle." dediğimde ilk kaşlarını çatan abim oldu. Onu rahatlatmak için kimseye belli etmeden göz kırptım.
Gül sadece kafasını salladığında ikimizde ayaklanıp dışarıya çıktık ve her zaman oturduğumuz banka ilerledik.
Oturduğumuzda uzun uzun onu inceledim ve bir süre sonra sessizliği bozdum. "Siz şimdi nesiniz?" diye sordum.
İlk önce sustu daha sonra gözlerimin içine bakıp, "Bilmiyorum." dedi.
Kaşlarımı çattım. "Ne demek bilmiyorum? Hiç konuşmadınız mı? Kızım parmağında yüzük var!" diye konuştum.
O ise omuz silkti. "Konuşmak için yanıma gelmedi. Bende gitmedim. Ama gerçekten konuşmak istiyorum bende." diyerek iç geçirdi.
Anladım mânasında kafamı salladım ve o sırada bir ses duyduk. "İzin verde konuşalım o zaman güzelim." Abim arkada kolunu duvara yaslamış tebessümle bizi izliyordu. Ona gülümsediğimde bakışlarımı tekrar Gül'e çevirdim. Kafasını eğmiş parmaklarıyla oynuyordu.
Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan ayaklandım ve abimin omuzuna çarparak yanından geçtim.
Uzun koridorda tekrar yürüyüp yemekhaneye ilerlerken bir ağlama sesi duydum ve okduğum yerde durdum. Tekrar bir hıçkırık sesi duyduğumda sağ tarafımdaki aralık kapıya yöneldim ve kafamı içeri uzatıp içerideki kişiye baktım. Bu kesinlikle beklediğim bir şey değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bordo Bereli Prensim
ChickLitO arada telsizden bir ses yükseldi."İşime çomak sokmaktan hiç bıkmayacaksın değil mi komutan? Sonun abin gibi olacak ama sen hâlâ direniyorsun. Peki bana uyar. Senin canını büyük bir zevkle alacağım binbaşı." Batın, dişlerini sıkmaya başladığında kı...