Gizli oda

26 3 6
                                    

"Siyah okyanusa gömülen ruhumuzun bedenini buharlaştıran insan... Çok yoruldu."

Neden her gün normal değilde zamanı sürekli atraksiyonla geçiriyorduk?

Sürekli birilerini yumruklamak, değişime uğramak, bazense dramatik geçiyordu günlerim.

Kimin sayesinde? Altan. Bizim okyanusumuz mavi gökyüzündeki  yansımasıyla lacivert değildi, aksine gecenin karanlığından yansıyan siyah okyanustu bizimkisi. Ay'ın gölgesi siyah okyanusun üstüne düştüğünde hayalet gibi gösteriyordu. Bizim gölgemiz beyaz ve görünmez kalkanıyla yanımızdaydı. Aslında benim bir gölgem yoktu ki... Altan'ın var sanıp, her zaman peşinde sürüklenen bir gölgesi vardı. O öyle zannediyordu çünkü.

Nereden biliyorum o bir muammaydı. Az çok belli ediyordu kendini. Ondan korkmalı mıyım? Hayır. Bana zarar verecek kadar kötü davranmıyor, aksine kendisi değil kişilikleri etrafına zarar veriyordu. Bana karşı oldukça dürüst bir kişiliği vardı. O tek başına mükemmel bir çocuktu. Dedesine itaatkâr birisiydi.

İntihara meğilli yaşamak istemeyen kişiliği, yani Batu uzun zamandır ortada yoktu.
Akal, bazen geceleri ortaya çıkıyordu. Madde bağımlısı, umursamaz herifin tekiydi. Hafif sakallı, siyah gözleri vardı. Saçları orta boy kısalıkta biraz kıvırcıktı. Keskin çene yapısıyla biraz karizmatik bir çocuktu ama birgün Altan iyileştiğinde o da yok olacaktı... Batu da yok olacaktı...

Batu Aynı Altan'ın ikizi gibiydi. Onun gözleri yeşilken Altan'ın maviydi. Onun saçları açık kahverengi düz dağınıkken, Altan'ın karamel sarımsı ve dalgalıydı. Fakat Altan'ın ki kadar güzel çukur bir gamzesi yoktu. Tek farkı gamzesiz olmasıydı.

Şimdi nerede olduğuma gelirsek onun evindeydim. O kavgadan sonra Aydın hoca arabayla gelip apar topar Altan ile beni buraya getirmiş ve diğerleri hocanın isteği üzerine evlerine gitmesini istemişti. Aileme ise Peren'de kalacağımı söyleyerek mecburi yalan söylemek zorunda kalmıştım.

Peki neden beni buraya getirdi? Bilmiyorum.

Şu an Tarık'a yardımcı olmak için yanına gelmiştim. Altan odasında verilen haplar sayesinde derin soluksuz uyuyordu. Tarık'ın yüzü gözü şişmiş ve konuşmakta zorlanıyordu. Ona ısıttığım tarhana çorbasını vermeye çalışıyordum.
Çalışıyorum evet, çünkü ağzını açarken dudak kenarlarındaki yaralar geriliyor ve canını acıtıyordu.

Birşeyler mırıldanıyordu fakat ben hiç bir şey anlamıyordum.

"Daha küçük kaşık yok muydu? Ağzımı açamıyorum delireceğim." Zar zor söylediği cümleye gülmekten çekinmedim.

"Yazık yaa baya harap etmiş seni. Merak etme her ihtimale karşı getirmiştim." Diyip kıkırdadım. Oysa bana göz devirdi.

"Yaa ne güzel dovdü kireta. Değil mi?" 
Zorlanarak alayla konuştu. Konuşurken kelimeleri farklı harflerle söylerken çok komik bir duyum bırakıyordu.

"Evet." Diyebildim sadece ve sonra elimdeki küçük kaşığı gösterdim.

"Z-zeki kız sini ne yoruyorsun o zaman beni ver hadi acıım." Sabırsızca söylendiğinde  tekrar gülüp tatlı kaşığıyla çorbayı vermeye devam ettim. Bugün olanları ona anlattığımda şaşırmış gibi bir hali yoktu. Çocuğu dövmesinin üzerinde durmadı fakat kolye meselesinde herkeste olduğu gibi kafasında soru işaretleri yer alıyordu.

"Ço-çok tıhaf şiyler oluyor." Dediği cümleyi anlamadım der gibi kaşlarımı çattım.

Bana göz devirip yutkundu. "Tuhaf, olay-lar karışmaya basladı."

Anlamış gibi gülümsedim. "Haa evet herşey düğüm oldu."

Çorbanın hepsini bitirdikten sonra başka birşey yemek  istemediğini söyledi ve sonra ilaçlarını verdim.

Yaşamak İstiyorum (SİLİNECEKTİR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin