Güneş gözlerimi yakmak istiyordu sanki. Yatağımdan kalktım. Ve kahvaktı etmek için mutfağa gittim. Sanki hâlâ o kocaman taşlı eski evde, Alfa ve grupla aynı evdeymişim gibi geliyordu. Ama ne yazık ki bunlar aklımın minik yalanlarıydı. Banyoya girdim. Duş alacaktım. Belki güne temiz başlamak günümü güzelleştirirdi. Duşa girdiğimde Helenie beni şaşırtıyordu. Ne kadar iyi yürekliydi. Grugai insanları gerçekten çok samimiydi. Şampuanlar, duş jelleri her şey vardı. Ve sıcak su. Duşumu aldıktan sonra üzerime lacivert bir kazak ve gri pantolon giydim. Çünkü havanın buralarda serin olduğunu öğrenmiştim artık. Kahvaltı etmek için dolabı açtım. Kendime omlet yaptım. İşte yirmi yaşındaki bir gencin dramı. Mutfağa çok nadir giriyordum. Ama yumurta yapmayı becermiştim Allahtan. Buzdolabındaki vişne suyunu çıkardım. Vişne suyunu da hiç sevmem normalde. Kahvaltı sonrası evi gezmeye başkaladım. Her yer tertemizdi. Mutfak gri parkeler ve bej dolaplardan oluşuyordu. Beyaz bir buzdolabı vardı. Mutfak salona duvarsız açılıyordu. Ama parkelerden salona girdiğinizi anlıyordunuz. Salon siyah parlak zeminliydi. Evde lambalar yoktu. Sadece birer ampul vardı. Bu yüzden ev akşamları çok loş ve karanlık oluyordu. İşte evin tek sıkıntısı. Salon minikti. Sadece L koltuk vardı minik bordo renkli. Duvarlar koyu griydi. Salonda televizyon da yoktu. Sadece minikbir sehpa vardı. Yine siyah renkli. Kısacası salon çok karanlıktı. Gündüzleri bile. Alt katta bir de minik bir tuvalet vardı. Duş kabinsiz. Sonra üst kat vardı. Üst kat daha minikti. Duş kabinli tuvalet ve yatak odası vardı. Yatak odasına açık renkler hakimdi. Açık kahverengi tahtadan zemin, beyaz minik bir gardırop ve bir yatak. Tek kişilik ama geniş yatak. Nevresimler de yine beyazdı. Duvarlar açık griydi. Halı sadece yatak odasında vardı. İnce gri bir halı.
Ev bu kadardı. Ama bana yeterdi. Bahçe yoktu. Ama yatak odasının minik bir balkonu vardı. En fazla üç kişi oturabilirdi. Dolabıma kıyafetlerimi yerkeştirdim. Zaten dün Patricka da yardım etmişti. Acaba Alfa Philip, Lav., Aldora, Sarah, James şimdi ne yapıyordu diğerleri? Ya Asenad. Hâlâ orada mıydı?Bisikletime bindim. Bugün Grugai'de minik bir bisikleti turu yapacaktım. Önce Patricka'nın evine gittim. Beraber meydana gittik. Bir kitapçıdan boş bir defter aldım.
-Ne için?
-Yaşadıklarımı kaydetmek için.
Gün be gün yazacaktım. Alfa Beta için.
-Saraya ne dersin?
-Olur.
Bisikletle Frankie Sarayı'na gittik. Ben defterimi kazağımın cebine koydum. Pedallara asıldım. Patricka ile yarış yapıyorduk. Çok eğlenceliydi Grugai de bisiklet sürmek. Bir anlığına hiç bir şey düşünmeden sadece ana karıştım. İnsanlar o kadar neşeliydi ki burada yüzlerde tebessüm vardı. Asfalt yoldan toprak yola geçtik.
-Ben öndeyim.
-Görürsün sen.
Gülüyordu.
-Edward, ben yıllarca bisiklet sürüyorum.
-Ama bu beni geçebileceğin anlamına gelmiyor Mavi Saçlı Kız.Ve onu geçmeye çalıştım. Çok hızlıydı. Topraktan tozlar çıkıyordu. İlk günkü gibi yapıp kollarımı iki yana açıp bağırdım.
-Alfa kim?
-Bir arkadaşım.
Sonra duraksadım. Bir arkadaşım demek haksızlık olurdu.
- En yakın arkadaşım.
-Dalia'da mı?
-Soru sormanı istemiyorum ailem hakkında.
Ellerini yukarı kaldırdı.
-Pekala Kaptan.
Ve bundan yararlanıp onu geçtim. Buna inanamadı. Asfalt yol geldi tekrar. Ben öndeydim.
-Bekle tamam. Yavaşla biraz.
Sola döndük ardından da sağa. İşte o inanılmaz yapıt karşımdaydı.
-Vay be! Burayı_
-Kral Frank Rogers yaptırdı.
-Ölmeden önce?
-Evet. Nasıl? Konsolosluğu sevdiğine göre buraya bayılırsın.
-İçeri girebiliyor muyuz?
-Hayır! Girmek yasak. Beğendin mi?
-Muhteşem!
Önümdeki kocaman kahve-beyaz-gri renklerle bezeli Saraya baktım. Çok güzeldi. Kelimelerle anlatılmazdı.
-Gel, seni nereye götüreceğim.
- Yarın çalışıyor musun?
-Evet. Yarın hafta başı. Beni takip et.Bisikletlere bindik. Grugai QWA'nın harika doğal bir şehriydi. Hele insanları müthiş yardımseverdi. Biran Sadık'lara karşı sempatim oldu.
Bilmediğim bir yoldan girdi. Bir nehir vardı upuzun. Ve tertemiz.
-Bu nehri takip edeceğiz. Yarış?
-Olur. Ama kaybetmeye hazır ol.
-Sen hazır ol asıl!
Nehir gümüşi renkliydi.
-Edward, nehir gözlerinle aynı renk.
-Hayır. Babamın gözleri gibi gümüşi. Benim gözüm mavi.
Babamın gözlerini hatırlayınca gözlerim doldu. Patricka bunu fark ettiğinde;
-İyi misin?
Dedi. Ben de başımla onayladım. Yola devam ettik. Nehir kadar uzundu ki hâlâ kıvrım kıvrım akıyordu.
-Bugün yağmur yağar mı?
-Her gün yağıyor. Ama bu saatlerde değil. Akşama doğru. İşte geldik.Önümüzde müthiş yeşil bir orman uzanıyordu. Gözlerime inanamadım.
-Beni daha ne kadar şaşırtacaksın?
-Bunlar Grugai için daha hiçbir şey. Ben Daila'ya gelmedim ama sanırım_
-Çok kötü. Orayı Frank Rogers mahvetti.
-Ama artık Alex Rogers var. Ve bence o QWA'ya iyi gelecek.
-Bence de.
Bisikletlerden indik. Mavi saçlarını atkuyruğu yaptı yukarıdan. Sonra bisikletinin sepetinden elma çıkardı.
-Al.
Dedi fırlatarak. Tuttum havada. Sonra çimene oturdum. Elmamı yiyordum.
-Kaç yaşındasın?
-Yirmi iki.
Kahkaha attım kendimi tutamayıp.
-Dalia'ya hiç gitmedim. Orayı anlatsana, nasıl bir yer?
-Soylular çoğunlukta orada. Ve Sadıklar buradaki gibi değil. Soylulara savaş açıp duruyorlar.
-Kralı Soylular öldürmüş.
-Evet öyle yapmışlar. Duyduğuma göre Kral Soyluların aleyhine bir yasa çıkartacakmış.
- Hiç duymadım inan ki. Grugai'de haberler zor yayılıyor. Sadece Kral Alex Rogers'ın başa geçtiğini duydum.Tabii ki ona Grubu söyleyemezdim. Grubu riske atmaya niyetim yoktu.
-Ee, beğendin mi?
-Deli misin? Bayıldım. Ama burada uzun durmam.
-Dalia'ya mı gideceksin?
-Hayır. Belki Burton'a giderim. Ya da başka bir yere.
-Burada ne kadar kalacaksın?
-Birkaç yıl. Bir iki yıl ortalama.
-Alfa?
-Aileyle ilgili sorular yok.
-Üzgünüm unutuyorum. Edward sen tam olarak_ Pardon soru sormak yok.
-Aferin öğreniyorsun. Ve bir şey daha. Bu ayki kira param var ama başka yok. Bir iş lazım Patricka. Bulabilir misin?
-Bizim mağaza erkek personel arıyor. Ne dersin? Yapabilir misin?
-Olabilir. Denemeden bilemeyiz.