Edward Grey'den...
**Akşam olmuş babamı bekliyordum. Belki dünkü gibi benimle sohbet ederdi.
-Anne babam ne zaman gelecek?
Annem gülümsedi.
-Ay ne bileyim be çocuğum ya, birazdan gelir herhalde.
Annemin bu komik ama sevimli hâlleri hoşuma gidiyordu. Büyük bolluk içinde değildik ama orta hâlliydik. Elimdeki minik ajandamdaki cümleleri anneme okudum. Ona birkaç soru sordum. Annem gülmekten cevap veremiyordu. Bense kendime küfrediyor duruyordum.
-Bu oldu mu şimdi ya! Ben ne domuz çocuğum böyle!
Annem ise bu sözlerime daha da gülüyordu.
-En sevdiğin çocuğun?
İyice gülmeye başladı.
-Tek çocuğum var ama yine de zor bir soru, hımm bilemedim ya! Edward diyeyim bari.
Ben bile gülüyordum.
-Babam nerede kaldı?
- Ama Edward yoksa benden sıkıldın mı? İşi uzamıştır.
Maya ise bana meyve doğruyordu.
-Ne istersin Edward'ım? Elma var, şekerpare var, şeftali var?
-Şeker pare olsun. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.
Annem gülmeye başladı.
-Sen beni güldürüyorsun ya ömür boyu gül tamam mı?
Birkaç saat geçti ama hâlâ babam gelmedi. Annem de endişelenmeye başladı. Artık gülmüyordu. Maya da fark etmişti.
-Edward'ım saat geç oldu. Artık yatmalısın.
Elimden tutup odama çıkarttı beni. Sonra annemin yanına indi.
-Hanımefendi, yoksa başına bir şey mi geldi?
-Hayır Maya. Öyle bir şey olmaz. Benim kocam dayanıklıdır. O kaçar. O başarır.
-Umarım öyle olur hanımefendi.
Uyumadım. Kapıma oturdum. Aşağıyı dinliyordum. Annem Maya'ya da yatmasını söyledi. Şimdi tek başınaydı. Bir saat geçmişti. Babam hâlâ gelmedi. Annem ağlamaya başladı. Anlamıştım artık. Babam gelmeyecekti.
Ne oldu bilmiyordum. Sormadım asla. Annem üzülmesin diye. Zaten o günden sonra annem çok nadir tebessüm ediyor, hiç gülmüyordu. Çoğu zaman gözleri doluyordu.
Onu kimin öldürdüğünü yıllar sonra anladım. Askerler. Ve bunu ödeyeceklerdi. Bir çocuğu babasız, bir anneyi kocasız bırakmayı ödeyeceklerdi.