Alfa Beta'dan

19 4 5
                                    

Umut. Söylerken bile insanın içinde bir şeyler kıpırdıyor. Şöminenin yanına oturdum. Yanan ateşi seyretmeye başladım. Ateşin dalgalanışı. Yaz ayında olmamıza rağmen yakmıştım ateşi. Savruluşu o alevlerin...
Eflatun rengi gökyüzünde minik beyaz pullar... O eflatun göğü yararak uçan kırlangıçlar... Ve havayı yaran çocuk kahkahaları... Babamın Sarah'dan meyveyi alırkenki şüpheli ama mutlu bakışı... Annemin bana attığı o ilk tokat... Sahilde Edward'la ilk tanışmamız... Philip'i kurtarmam... Asenad'ı kaçırmamız... Frank Rogers'ın ölümü... Edward'ın veda mektubu... Sarah ve James'in gizli fısıldaşmaları... Ve şöminede dalgalanan ateş...

Anılardan sıyrıldığımda yüzümü gözyaşlarından ıslak bulmuştum. Philip sorgularcasına bana bakıyordu.
-Alfa, neler geçiyor aklından? Söyle ki rahatla artık.
-Konuşmak istemiyorum. Beni yalnız bırakın!

Burton'daki ilk ayımızı doldurmuştuk. Ne bir iz vardı ne de diğerlerinden ses seda. Umutlar tükenmişti bende. Ne bir yaşama sevinci, ne bir istek. Yoktu hiçbiri. Edward'ı bize bunları yaşattığı için asla affetmeyecektim. Onun yüzünden arkadaşlarıma ulaşamıyordu. Frigya'da insanlar açlıktan ölürken, Zemburg'da Soylu-Sadık savaşları çıkıyor, binlerce insan ölüyordu. Philip onların da öldüğünü düşünüyor. Aldora... Aldora da öldü. Onu bir Sadık öldürdü. Gözlerimden akan yaşlara engel dahi olamıyordum. İnsanlar ,benim için ölürken arkadaşlarım Edward'ın yaşaması bir haksızlıktı. Bir ay! Bir ay boyunca hiçbirimiz aklına gelmemiş miydik?
-Philip, ben artık dayanamıyorum!

Philip'e sarıldım. O da ağlıyordu. Olanlar için. Gözümüz önünde Aldora öldürüldüğü için. Diğerlerinden haber alamadığımız için. Balkona çıktım. Akşam olduğundan Burton yine ışıl ışıldı. Büyük binaların üzerindeki renkli hareketli reklamlar... Şarkı sesleri. Ama onlarca şarkıdan ben sadece birini duyuyordum: Kalbimin sesini...
Gözyaşı ve kederin sesi. Hayal kırıklığının sesi. Gözlerimin renginin gökyüzünde dağılışını hissettim. Bir yıldız bulmak istedim. Parlayan minik bir yıldız. O ışıklı Burton'da ilk günden beri hep hayal mi görmüştüm? Burton yıldızları saklıyordu. Ve yine hayallerime sığımdım.

Ellerimi göğe uzattım. O eflatunun içinde ellerime bir yer aradım.
"Gökyüzüm, göğsüme uzanıp kalbimden yıldızları söküp aldın. İzin ver senin yıldızlarına dokunayım."

Ağlamaktan kendimi alamıyordum. Bu gece izin verecektim gözlerime, kalbimi konuşması için. O uçuk yeşillere izin verecektim. Tüm anıları tazelemek üzere anahtarla kalbimi açtım. Tüm sırlar gözlerime döküldü. Tüm acılar, kederler, sevinç yumakları. İnsan kaç kere duyardı yandıkça, ateşi. İki kere, üç kere? Ama benim gibi her gün değil. Yanağımdan süzülüp boynuma akıyordu gözyaşları. O eflatun göğe baktım. Edward'ın mavi gözlerini gördüm. Dolunayı gördüm. Beyaz saçlı minik bir kızı gördüm. O akşam Philip'in Lavinya'ya Edward'la tanışmamızı anlatışını gördüm. O yumuşacık havayı. Biran yine oraya gittim. Ellerim titremeye başladı. Ayağa kalktım. Kapının ardına oturdum. Ceviz ağacının altında oturan üç genç. Biri kız. Gözyaşlarım yine hücum ediyordu. Bir ateş bastı. Gözlerimi açtığımda yine Burton'da olacaktım. Ama ne önemi vardı. Bu sefer gerçekte yapamadığım şeyi yapacaktım. Dalia'yadaydım. Kapının ardında saklanmadım. Arka bahçeye çıktım. Üçünün de bana baktığını hayal ettim. Edward'ın yanına oturdum. Onun yanına oturmak kalbimin göğüs kafesinden fırlayacakmışçasına çarpmasına neden oldu. Yanlarında oturdum öylece. Hiç konuşmadık. Dördümüz oturduk. Hiç uyanmamayı diledim. Orada Edward'ın yanında oturmak. Dalia'da olmak.

AlfaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin