Bir işim, bir evim ve harika bir mavi saçlı arkadaşım vardı. Grugai'ye artık alışmıştım. Şuan beş kişiyi eğitiyordum. Ve bu beş kişi dışında Soylu olmadığını sanıyorum. Grugai Sadıklar şehri gibi. Bir hanımefendi girdi içeriye. Sue bana seslendi.
-Grey, bir müşteri lütfen.
-Tamamdır Sue. Sağ ol.
Bu hanımefendinin maddi durumu iyi olması üzerindeki kıyafetlerden belliydi. Yaklaşık 1.55 boylarında ve esmerdi. Kıvırcık uzun kahve saçlarını açık bırakmıştı. Açık pembe bir etek ve beyaz bir bluz giymişti. Beyaz topuklu ayakkabıları boyunu en fazla 7-8 cm uzun gösteriyordu.
-Buyrun. Ben yardımcı olayım.
Yaşı en çok 19'du. Ve yakından yüzü oldukça genç duruyordu. Çok güzel siyah gözleri vardı.
-Merhaba. Ben Efru.
-Ben de Edward.
Efru'nun havadaki elini sıktım.
-Edward ben ablamın nikahı için şık bir elbise arıyorum. Mor renkli.
-Mor renkli. Hımm. Tül olur mu?
-Olabilir.
-Buyrun o zaman.
Efru'nun çok hoşuna gitti elbise. Kabine girip denedi. Aynadan bakmak için kabinden çıktığında ben de görmüştüm. Çok güzel duruyordu. Zaten yaşı da gençti. Elbise de yakışmıştı.
İş çıkışı Patricka ile yemek yemeye gittik. Ben bir tane hamburger aldım Patricka da pizza aldı. Pizzasından bir dilim de bana verdi.
- Teşekkürler.
-Efru muydu adı?
-Evet.
-Aldı mı elbiseyi bari?
-Aldı aldı.
-İyi iş çıkarıyorsun. Patron ikimizi karşılaştırıp beni atar diye korkuyorum.
Koca bir kahkaha patlattık. Gülmekten ölüyorduk. Hamburgerimi silip süpürdüm. Sonra Patricka'ya veda edip evime gittim. Bisiklet sürerken yolumu uzattım. Konsolosluğun oradan dolaşarak eve geldim. Eve girmeden önce bu ayki 1800$'ımı verdim Helenie'ye.Sonra evime girdim. Anahtarı mutfak masasına bırakıp salona geçtim. Koltuğa uzandım. Birazcık kestirecektim. Günlerdir ilk defa rüya görüyordum. O uçuk yeşil gözleri. Unutuyordum onu artık. Gözler görmeyince gönüller de alışırmış.
Ama bir anda o güzel gözleri görmek beni ürküttü. Şaşırdım. Ürpererek kalktım. Mutfaktan bir bardak su alıp geri koltuğa uzandım. Bu kez rüyasız ve rahat kafayla uyudum. Zaten iş yorgunluğu vardı üzerimde.
Zilin sesiyle korkarak koltuktan fırladım. Kapı ziliydi. Uyku sersemliğiyle açtım kapıyı. Gelen Patricka'yla Sue'ydu. Ellerinde bir pasta vardı. Ve 21 yazan mumlar. Neredeyse unutuyordum. Sonra Sue heyecanla bağırdı.
-Parti yok muuu?
-Sleep Party var evet.
Gülüyordum. Elimle içeriyi gösterdim. "Gelin."
-Normalde Younghu da gelecekti ama gecikti sanırım.
Younghu ve Sue nişanlıydılar ve bir sene sonra düğünleri vardı. Younghu eski Çin kökenliydi. Büyük bir robot fabrikasında çalışıyordu.
-Neyse biz pastayı keselim. Ha, dur. Bir dilek dile. Ve bize söyleme. Sonra tutmaz!
-Peki. Siz de tutun hadi.
İçimden "Umarım Alfa ve diğerleri iyidirler." diye düşündüm.
Sue dayanamadı ve söyledi "Ay ben Younghu'nun bana araba almasını diledim." dedi kıkırdayarak. Patricka pastayı dilimlerken ben de çalan kapıya baktım. Younghu'yu hiç görmemiştim. Sadece Sue'nun anlattıkları kadarıyla biliyordum.
-Edward. Sen misin?
-Evet sen de Younghu olmalısın.
-Tanıştığıma memnun oldum. İyiki doğdun bu arada.
-Teşekkürler abi. Gel içeri.
Çekik gözleri vardı. Çok fitti. Ve çalışkan olduğu belli oluyordu.
İçeri geçti. Rahat oturmak için mutfağa geçtik. Salon küçüktü çünkü.
Younghu konuştu.
-Bir aydır buradasın.
-Evet.
-Soylusun?
-Evet abi. Ama şuan bir aydır Sadık gibi yaşıyorum.
Buna karşı hepsi güldü. Çünkü hepsi Sadıktı. Ama benim içim yanıyordu. Gözümün önüne yeşil gözler serildi.
Sonra aklımda şu satırlar dolaştı:
"Isn't it lovely, all alone?
Heart made a of glass, my mind of stone.
Tear me to pieces, skin to bone.
Hello, welcome home."
Piyano sesleri kafamı doldururken arkdaşlarımı unutup eskiye daldım. Babam, babamın kayboluşu. Annem annemin ölümü. Maya'nın ağlayışı.
Ve sahil. Sahildeki beyaz saçlı asi kız.
Kalbim sıkışıyordu. Elimi sol yanıma götürdüm. Çok fena sıkışıyordu. Keman sesleri kafamı deliyordu.
Başım dönmeye başladı. Elimi bastırdım iyice sol yanıma. Ve yere yığıldım. Kendi anılarım kendimi deliyordu. Gücümü kendime kullanıyordum. Patricka'nın çığlıklarını duyuyordum. Younghu amblunsı çağırıyordu. Ama bu doktorların iyileştirebileceği yaralardan değildi.
"Gökyüzüm söyle bana, gecemi bırakarak hata mı ettim?"
Ambulansın siren sesleri geliyordu. Ya da aklımın ufak oyunlarıydı bunlar. Ama siren seslero geldikçe kalbim sahille çalkalanıyordu. Frank Rogers'ın ölümü geldi aklıma. Nasıl savaştığımız. Alfa'nın kafasının ağrıması. Çığlıkları. Yukarı koşuşum. Ann'i öldürmem. Ve elim kalbimden kaydı. Artık kolumu kaldıracak bile gücüm yoktu. Ve son olarak şunları gördüm, elini yere bastırınca ortalığı yakan kız, Ecel, İyilik tanrısı...*billy ellishin lovely şarkısı