Rengarenk
Boş boş ışıklara bakıyordum. Sanırım kapılardan çıkan canavarlara , bıçaklı insanlara ya da o tür felaketlere alışmıştık. Şuan karşımızda disko topları görmek çok garipti. Açıkçası, konuşma yetimi kaybettim sanırım.
''Napacağız?'' Hepimiz Mick'e döndük. Evet cidden, napacaktık? ''Belki de.. '' Tanya'ya baktık. Bize değil, oynadığı ayağına bakıyordu. Bize döndüğünde yüzünde minik bir tebessüm vardı. ''Belki de, son günlerimizin tadını çıkarmalıyız.'' çoğu kişi kafasını sallamıştı. Son günlerimiz... O an beynimden vurulmuşa döndüm. Son günlerimiz dedim, bunlar resmen son günlerimiz.
Hani bazı anlar olurdu, o ana kadar asla ne olduğunu fark etmezdiniz. Her şey şaka gibi gelirdi. Rüyadasınız ve ertesi gün her şey eskisine dönecek.. Ama sonra o an gelirdi. Her şey dank ederdi. Hayır ben rüyada değilim derdiniz, bu bir şaka değil. İşte o an gelmişti. Ölüyoruz dedim. Ölüyoruz ve bunlar son günlerimiz...
Gözümden akan yaşı silip bende kafamı salladım. Hep beraber balo salonuna girdik. Yerlerde boya kovaları vardı. Parlıyorlardı!
Gülme sesleri geldiğinde bende güldüm. Jenny aval aval etrafa bakıyordu. Pembe neon boyadan alıp ona attım. Kıyafetinin üzerine boya atınca çığlık atmıştı. Kahkaha attım. Bu tipiyle o kadar komikti ki. ''Bir savaşı başlattın Hannah Thompson'' gülerek ellerimi suçlu gibi kaldırdım. Herkes gülerek bizi izliyordu. ''O kadar korktum ki...'' Jenny suratıma boya attığında kalakaldım. Put gibi dikilirken herkes kahkahalara boğulmuştu. Gülerek gözlerimi sildiğimde Isac de Michael'a yeşil boya fırlatmıştı. Herkes birbirine boya fırlatmaya başladığında gülüşlerimiz yüksek müzik sesinde bile duyuluyordu. ''13. BOYA SAVAŞLARI BAŞLASIN'' Michael'in bağırmasıyla hepimiz çığlık atarak boya kovalarına saldırdık.
O kadar eğleniyorduk ki gerçekten tüm dertlerimiz yok olmuştu sanki. Havada boyalar uçuşuyor, biz çığlık atarak boyalardan kaçıyorduk. Boyalar neon olduğu için herkes parlıyordu ve çok güzel gözüküyordu. Her yerim boyaydı. Yüzüm pespembe , üzerim yeşil, ayaklarım maviydi. Sırtımın ne renk olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Ve bu sayede saçımı boyatma fikrinden vazgeçtim çünkü hiç yakışmıyormuş.
Thomas elimden tutup pistin ortasına çektiğinde deli gibi gülüyorduk. ''Yarım kalan bir dansımız vardı.'' Gülerek kafamı salladım ve tüm o kaosun içinde dans etmeye başladık. Bize de boya fırlatıyorlardı. Beni döndürdüğünde yüzüme boya gelince ağzıma girmesine rağmen kahkaha attım. Tişörtüyle yüzümü sildiğinde ona gülümsedim. Bir an düşündüm, burada olmasaydık nasıl olurduk diye. Belki o zaman doğru dürüst vakit geçirebilirdik, belki aşık olurduk.. Her ergen gibi partilere giderdik, balo kral ve kraliçesi olurduk.. En azından bir otelde kapalı kalıp arkadaşlarımızın ölümünü izlemezdik..
Her zaman , her kötülüğün iyilik getireceğine inanmış bir insandım. Kötü bir şey olduğunda bunun sonunda iyi bir şey olacağını bilirdim. Ama bu sefer yoktu. Bu kötülük bir iyiliğe çıkmıyordu, burası kötülüğün çıkmaz sokağıydı..
''Sadece dansımız değil, hikayemiz de yarım kalacak Thomas'' Bana bakıp hüzünle sarıldı. Gözümden düşen yaşlar pembe boyaya karışıyordu. ''Olsun, yarım olan hikayeler daha güzeldir. Sonunu kendi hayallerine göre yazarsın. Değil mi?'' gülümsedim. Sanırım bizim bir son yazacak kadar vaktimiz yoktu.
Yüksek dans müziğiyle deli gibi dans etmeye başladık. Çığlık atıyor, sanırım hayatımızın partisini yapıyorduk. Çünkü dediğimiz gibi, son günlerimizdi.. Ve kaybedecek hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Çalan şarkıya eşlik ederken Jenny dolu gözlerle bir yere takılı baktığını görünce kaşlarımı çattım.
''Jenny?'' Yanına gidince bile bakmamıştı. ''İyi misin?'' Gözleri o kadar dehşet vericiydi ki benim de gözlerim doldu. ''Mick.'' baktığı yere yavaşça kafamı çevirdim. Ve 3. kez, aynı duyguları yaşadım. Mick parlayan boyalı kanlar içinde yerde yatıyordu..
.-.-.
''Mick!!''
''MİCK! Yardım edin!''
''Kalbi atmıyor''
''Kalp masajı yapın!''
''Mick lütfen uyan..''
''Sende bizi bırakma.''
Hatırladıklarım bunlardı. Yüksek müzik sesi, hepimizin rengarenk parlaması, herkese bulaşan kanlar.. Oysa ben tüm bu zaman boyunca duvara sinmiş bir bebek gibi ağlayıp durmuştum. Bir süre sonra ağlamam kesilmişti. Ama duvardan kalkamamıştım. Oraya gidebilecek yüz yoktu. Aslında kimsede yoktu. Eğlenmeye o kadar takılmıştık ki, arkadaşımızı gene koruyamamıştık. Sanırım onu öyle görecek güç yoktu bende. Burada ne kadar güçlü olabileceğimi değil de , ne kadar daha güçsüz olabileceğimi öğreniyordum.
Mick, oradan alındı, erkekler onu temizledi. Balo günü giydiği takım elbise giydirildi ve tabuta konuldu. Bu kadardı işte. Yeni bir kasabaya taşınıyordun, harika bir evin oluyordu, gerçek sandığın arkadaşlıkların.. Sonra o yeni kasabanda yeni okulundaki bir arkadaşın vuruluyordu. Atlattıktan hemen sonra sana okul balosu olduğunu söylüyorlar. Basit bir okul balosu için mutlu mutlu hazırlanıyorsun. Arkadaşlarınla deli gibi eğlenirken bir anda ışıklar gidiyor. Ve hikayen bu balo salonunda başlıyor. 13 kişi olarak bir otelde günler geçiriyorsunuz. 2 arkadaşını kaybediyorsun. Bir gün sana parti var diyorlar. Her yer boya. Deli gibi eğleniyorsun. Sonra bir an, sadece bir anda yok oluyorsun. Ve hikayen başladığı yerde, o balo salonunda bitiyor...
Ne kadar acı bir son.. Ne kadar zavallıca. Kimseye veda edemeden, hatalarını düzeltmeden.. Daha onunla konuşmamıştım bile, onu tanımamıştım. Hepimiz gibi onun da yaşayacak çok şeyi vardı. En kötüsü de burada sona kalan kişiydi. Tüm arkadaşlarının ölümünü görmek..
Çoğu kişi ağlamaktan yorgun düşüp uyuya kalmıştı. Ben ve bir iki kişi ise duvara yaslanmış yerdeki kan birikintisini izliyorduk. ''Kaldı 9 kişi..'' diye mırıldandı Harry. Ona döndüm. ''Bir kişiyi atladın Harry. 10 kişiyiz.'' alayla kafasını salladı. Sanki hiç bir umudu yokmuş gibi, yandaki odayı eliyle gösterdi. ''Orada en başından beri 12 tabut vardı.'' Becky ile olan konuşmamızı hatırladım. Buradan bir kişi canlı çıkacak..
''Belki kendi kendini tabuta taşıyamayacağı için bir tabut eksiktir.'' Veronica'nın mırıldadığına Harry ve ben güldük. Sadece üçümüz uyanıktık. ''Sence bu kadar planlı bir yerde bunu düşünmüş olmazlar mı?'' kafamı sallayarak hak verdim.'' Hem onu bir tabut daha olsaydı eminim onu zorla tabuta koyup öldürür, gene de tabutu doldururlardı. '' Veronica bir süre sonra uyudu. Benim ise asla uykum gelmiyordu. Harry'nin kıpırdandığını duyunca ona baktım. Arkasına yaslandı ve bana bakmaya başladı. Önüme döndüm ama hala beni izlediğini hissediyordum. Ona dönünce gözlerini dikmiş beni izlediğini gördüm.
''Ne?'' gözlerinde garip bir hüzün vardı. ''Nasıl öleceğini düşünüyorum.'' Bu cümle beni öyle ürkütmüştü ki bir an afallasam da kendimi toparladım. ''Bilmem, çok fena ve gösterişli bir ölüm istiyorum sanırım.'' kafasını hafif bir gülümseme ile salladı. ''Sen nasıl ölmek istiyorsun Harry?'' düşünürmüş gibi homurtular çıkarınca sinir bozukluğuyla güldüm. Resmen normal bir şeymiş gibi oturmuş nasıl ölmek istediğimizi konuşuyorduk!
''Nasıl mı ölmek isterim... Biliyor musun ben çocukken hep Harry Potter olmak isterdim. Herkesin tanıdığı bir büyücü olup Voldemort gibi kötüleri yok etmek.. Zamanla bu isteğim pof! Sönüverdi. Ama şuan... Şuan bilmiyorum, sanırım Harry Potter olma vakti. Burayı yapanı ve bizi buraya hapsedeni bulmadan ölmek istemiyorum. Ama sanırım o kadar vaktim olmayacak.''
''Harry Potter olmanı isterdim. Ama dediğin gibi, o kadar vaktimiz olacağını sanmıyorum.'' İkimiz de sinir bozukluğuyla gülmeye başladık. Sanırım buranın yan etkisi olan ölmenin yanında delirmek de vardı.
Ve bir süre sonra ikimiz de berbat bir güne uyanmak üzere gözlerimizi kapadık..
.-.-.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ (Tamamlandı)
Misterio / Suspenso"Her şey sadece senin içindi. Seni üzmek için , senin canını acıtmak için. Seni görevine hazırlamak için. Senin bir ruhun vardı Hannah, ve biz onu almalıydık."