"Neden böyle güzelsin hâlâ? Yoksa
Ele avuca sığmayan ölüm mü aşık oldu sana?"
-Romeo ve Juliet / William ShakespeareKaranlık ve dar koridorda yürüyordu. Bacakları gideceği yere gitmemek için ona ihanet ediyordu. Bütün vücudu titriyordu. Kalbini yakan ateş, gözyaşları ile birlikte dışarı çıkıyordu. Feryat etmek istedi. Çığlıklar içinde kaçmak... Bu anı daha öncede yaşamıştı. Babasını görmek için inmişti bu koridora. Son kez görmüştü onun yüzünü. Çok sevdiği yakışıklı yüzü solmuştu. Nefesi kesilmiş ve buz gibi olmuştu.
Adımı tökezleyince biri kolundan tuttu ve destek oldu. Başını çevirince sevdiği adamı gördü. Göz göze geldiklerinde onun gözlerinde de aynı şey vardı. Acı... Kalbine yakan acı her yerdeydi. Nefesini kesiyordu. Ciğerini deliyordu. Kalbini parçalıyordu. Sanki bin tane kızgın bıçak aynı anda saplanıyordu. Hepsinin acısı birbirinden beterdi.
"Kardeşim..." diye fısıldadı. Dizlerinin üstüne çökmek üzereydi. Kendini yere atıp, bağıra çağıra ağlamak istiyordu. Kardeşim, dedi tekrar. Bir kardeşini daha almışlardı elinden. Bir canını daha koparmışlardı ondan. Ruhundan bir parçayı daha sökmüşlerdi. Göğsü daralıyordu. Azerin elini sıktı ve ilerlemeye devam etti. En sonunda o korkunç yazıyı gözüktü: MORG
Bayılacak gibi hissetti. Midesi bulanıyordu. Kapı açıldığında gelen soğuk içini ürpertti. Hıçkırdı ve Azerin göğsüne yaslandı. İçeri girebileceğini sanmıyordu. Bu kadarını kaldıramazdı. Aklına babası geldi. Onun soğuk teni ve hissizliği... Ağlamasını bastıramıyordu. Girmek zorundasın, dedi kendi iç sesi. Onu son görüşün bu...
İçerideki görevlinin çıkardığı sesleri dinledi. Bir şeyi çekiyor gibiydi. Nefes almaya çalıştı. Azerin kokusu bile rahatlatmıyordu. Zorla içeri girdiğinde onu gördü. Bedeni çok küçük kalmıştı sanki. Yatıyordu. Uyuyor gibiydi. Uzaktan bakan öldüğüne inanmazdı ki... Ölüm onun gibi birine yakışmazdı. Yüzüne beyaz örtü kapatmışlardı. Kalbine bir bıçak daha saplandığını hissetti. Feryat etmemek için kendini zor tuttu. Ciğerlerine acı bir koku doldu. Yavaşça yanına ilerledi. Azer arkasındaydı. Örtüyü açmak için uzandığında ellerinin titrediğini gördü. Kısacık bir anlığına hiçbir şey hissetmiyordu.
Örtüyü açtığında Kadir'in o güzel yüzüne baktı. Hala aynıydı. Sakalları uzamıştı. Kesmesi gerekiyordu. Ona yakışmıyordu. Uyuyordu. Uzanıp yüzüne dokundu. Buz gibiydi. Buzdan da soğuktu. Elini hissetmediğini fark etti.
"Kadir... Ben geldim. Kalk hadi ablam."
Kalkmadı. Cevapta vermedi. Tekrar seslendi.
"Kadir kalk hadi... Kalk bak daha yapacak işimiz var... Ben daha şey yapıcam... Beni kim koruyacak? Seninde gelmen lazım kalk!"
Arkadan birinin koluna dokunduğunu gördü. Hızla çekti. Kadir onu sinirlendiriyordu. Uyanmıyordu bir türlü. Kollarını tuttu. Kaldırmaya çalıştı.
"Dokunma! Bırak! Kadir kalksana!! Uyan hadi! Kalk kardeşim! Ben dayanamam kalk! Ben yapamam Kadir! Uyan yalvarırım!!"
Yine uyanmadı. Nefes almıyordu. Cevap vermiyordu. Duymuyordu Karacayı. Duysa hemen kalkar, o güzel gözleri ile ona bakardı. Ne olduğunu o zaman anladı. Kadir gerçekten gitmişti. İnanamadı gittiğine. Sanki hala uyanacak gibiydi.
"Karaca... Yapma!"
"Azer bir şey yap! Bir şey yap gitmesin! Söyle ona! Söyle ben yapamam Azer! Bir sevdiğimi daha kaybedemem! Kadir gitme! Gitme kardeşim sen daha çok küçüksün nereye?!!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perestiş
Fanfiction"Seninle yeni bir hayat... Ne kadar güzel olur sanmıştım ama yanılmışım. Seninle hayat Azer, bela, yıkım, acı ve ölüm dolu..." "Ne yani güzel değil mi Karaca Kurtuluş? İnkar edemezsin biz buyuz. Kaçmaya çalışsak da buyuz. Ölüm her an yanımızda ve bi...