one

17.6K 301 103
                                    

Ben, hayat enerjisiyle dolu birisiydim. Çevremdeki insanların benim hakkımdaki ortak kanısı benim eğlenceli, etrafıma ışık saçtığım yönünde olumlu yorumlar şeklinde olurdu. Arkadaşlarım beni grubun maymunu ilan edebilirdi, şaklabanın önde gideni sayılırdım.

Ama herkes gibi düştüğüm, renkli boynuzlu atların olmadığı bir dünyada nefes alamadığım zamanlarda olurdu. Ve bunların çoğu ailemle konuşmaya başladığım zaman olurdu. Aynen şuan gibi...

"Akın oğlum, baban derslerin nasıl diyor?" Babamın homurtusu duyuldu, annemi haşladı.

"Beni niye söylüyorsun Hatice?! Demedim mi sana, benim sorduğumu söyleme diye?!" Annem utanıp kızardı, hâlâ FaceTime görüşmeyi çözemedikleri için şanslı mı sayılırdım şanssız mı tartışılırdı. Babamı umursamamaya çalıştım.

"Gayet iyi anacığım, nasipse bu yıl mezun olacağım. Bu sene bir sürü spor akademileri, futbol kulüplerinin temsilcileri bizi izlemeye gelecek. Umuyorum ki iyi bir iş teklifi gelir. Lise bittiği gibi çalışmaya başlarım." Diye onlara açıklayabileceğimin en sade haliyle açıkladım durumu.

"Ay hadi inşallah!" Diye coşkuyla konuştu annem. Sonra sesini kısarak; "Senin topçu olacağını öğrenince baban biraz kızdı ama özlüyor seni." Dedi. Burnumun direği sızladı.

"Dört yıldır ziyaretimize de gelmiyorsun oğlum, hasret kaldık yüzüne. Bir gel, öp babanın elini. Bu küslük böyle olmaz." Farkında olmadan yumruğumu sıktım, dişlerimi gıcırdattım.

"Kapatmam lazım anneciğim." Dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "Arkadaşlarım bekliyor." O sırada zilin çalmasıyla tasdiklendi cümlem.

"Tamam oğlum, dikkat et kendine. Mukayyet ol, bak elin İstanbul'u, koskoca şehir yer yutar diyor amcanlar-"

"Görüşürüz anne." Diye sözünü böldüm, çat diye kapattım. Ezbere bildiğim cümleleri bir kez daha duymaya tahammül edemeyecektim.

Ailemi telefonu kapattığım an o ekranda bırakıp kapıyı açtım. Sancak kabarmış, ıslanmış kıvırcık saçlarıyla içeriye daldı.

"Nerede kaldın lan? Ağaç oldum, meyve verdim anasını satayım!" Gözlerimi devirdim.

"Oğlum sen ananın karnından iki ayda mı fırtladın, açtım işte ne laga luga yapıyorsun?" Sancak çamurlu ayakkabılarını çıkarmaya üşenerek askılığın önünde durakladı.

"Dışarıda yağmur var anasını satayım! N'apayım yağmur kabile dansı mı?" Sonra gözleri pijamalarıyla dikilen beni süzdü. "Yeni kreasyonun mu bu hayatım? Partiye böyle mi geleceksin yoksa?"

Ona bol şaklamalı bir el hareketi gönderdim. Güldü ve o sırada askılıktaki atkımı havlu niyetine kullandı, sinirlenmemeye çalıştım.

"Giyinip geleceğim, sakın o çamurlu ayakkabılarla içeri girme yemin ediyorum yalatırım sana bu parkeleri." Tehdidimi dikkate almadığını belirtircesine ıslık çalmaya başladığında başımı iki yana sallayarak odama girdim.

Sancak ve ben birbirimize çok benzerdik. Aslında biz üç kişiydik ama sanırım Sancak ve ben, küçük grubumuzun maymunları ve bela mıknatısları sayılıyorduk.

"Yağız gelecek mi?!" Diye bağırdım içeriye doğru. Dolabımdan siyah marjinal bir tişört ve kot pantolon çıkarttım. Üzerimdeki içi yün pijamaları çıkartırken Sancak bağırdı.

"Yok be! İşi varmış, benim eski hattı aldı. Takımla ilgili herhalde." Yağız'ın Sancak'ın eski hattıyla ne işi olurdu ki?

"Ne alaka be?" Deri ceketimi giydim, parfümümü sıktırdım ve saçlarımı elimle şöyle bir taradıktan sonra hole girdim. Sancak ıslık çaldı.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin