nineteen

1.9K 158 45
                                    

iki gün sonra.

Sanal gerçeklik gözlüklerini bilirsiniz, bir görüntü önünüze sunulurdu ve onu kısa süreliğine yaşamanıza izin verilirdi. Gözlerinizin önünde belki de bir çiçek bahçesi açardı ancak o çiçek bahçesinden yükselen fevkalade kokuyu duyumsayamaz, o çimlerin üstünde yürümenin getirdiği zevki gerçekten tadamazdınız.

Seks arkadaşlığı da tam olarak böyle bir şeydi. Bir yerde, sevgili gibi davranıyor; öpüşüyor, sevişiyor, birbirimizi önemsediğimizi belirten sözcükler kullanıyorduk ama gerçek bundan çok uzaktaydı. Seks arkadaşlığı bir nevi sevgililiğin getirdiği bütün avantajları bir paket halinde toplamaktı, karşı tarafın hoşuna gitmeyen hiçbir şey pakete dahil değildi ve bu hiç adil değildi.

Doğrusunu isterseniz, hayat adil değildi. Ama yine de umut kalbime saplanıp kalmış bir bıçak gibi acıtıyordu göğsümü.

Beraber pizza yiyor, sevişiyor, birbirimizle dalga geçiyor, aynı yatakta birbirimize sarılarak uyuyorduk, duş alıyorduk ve bunu yaparken kişisel alanımızı çevrimdışı bırakıp tamamıyla teslim oluyorduk bizi yöneten bu duygu mudur her ne sikimse.

Sonra?

Sonra bum! Uyanıyorduk o rüyadan. O eylemleri tutkuyla gerçekleştiren, sevgiyle dokunan biz değilmişiz gibi yakıyorduk birbirimizi. Kanatana kadar durmuyorduk.

Aramızda adı konulmamış, konulsa bile benim asla kabullenmek istemeyeceğim, bir şey vardı.

Peki asıl sorun tam olarak neydi?

Gay olmak mı?

İkimizin de gay olduğu, en azından benim, barizken; keza seks yapıyorduk ve bundan hoşnuttuk, nasıl olur da sanki bundan hiç memnun değilmiş, aslında birbirimizi hiç önemsemiyormuş gibi yapabilirdik?

Yoksa birbirimize karşı aslında hiçbir şey beslemiyor muyduk?

Bu düşünce aklımdan geçtiği an, aklıma beni Sancak'tan kıskanması geliyordu. Bir futbol topu ayaklarımın dibine düşüyor ve daha önce hiç en yakın arkadaşına aşık oldun mu? diye bir soru içime doğru reçel misali akıyordu.

Dediğim gibi, asıl sorun neydi?

Gay olmak mı, onunla beraber olmak mı?

Hâlâ bunu çözemiyordum, bu yüzden bu kadar yalpalıyordum.

Onu mu seviyordum yoksa onun da benim gibi olmasını mı? Onu mu yoksa onun bana verdiği özgürlük hissini mi? Onu mu yoksa onunla yaşadığım birlikteliği mi?

O benim ilk gay tanıdığımdı, daha önce hiç benim gibi bir insanla olmamıştım ve bu yüzden duygularım çok karmaşıktı.

Bir an ona aşık, bir an nefret dolu. Bir an seviyor, bir an intikamımı almak için kör oluyordum.

Yine de ben her şeye rağmen, içimde yaşadığım dehşet verici karmaşaya, iki gündür onunla birlikteydim. Okuldan çıkıyor, onunla depoya geliyorduk ve seksin ardından yemeğimizi yiyip biraz sohbet etme imkanı buluyorduk. Sonra yeniden sevişiyor ve yatıp uyuyorduk. Her şey iki günde bir düzene oturmuştu.

Ya da öyle gözüküyordu?

Sarp eskisine oranla daha yakın, daha samimiydi. Bana dokunmaktan çekinmiyor, bir arkadaş gibi davranıyordu. Okulda da beni görünce gülümsüyor, bazen bilerek omzuma çarpıyordu. Her şey yeniden bir Amerikan Rüyasına dönüyordu ve ben bunu bilmeme rağmen ses etmiyordum.

Bozulacağı gün, patlamaya ant içmiştim. Belki de o yüzdendi bu sükunet.

"Kıpırdanıp durma, ışığı bozuyorsun." Oturduğum sandalyenin tepesinde biraz daha kıpırdanmamaya özen gösterdim.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin