thirty five

1.3K 134 78
                                    

Kapıyı çalmam gerekiyordu. Elim havadaydı ve parmaklarım donuyordu ancak elim bir türlü hareket etmiyordu.

Ne düşünüyordum?

Açıkçası hiçbir şey düşünmeyerek buraya kadar gelmiştim. Şimdi böyle dalgın olmak, düşüncelere daldığımı bile anlayamadan arasında kalmak ironikti.

Çok saçmaydı. Her şey, tüm bu yaşananlar ve acımasızca engel üstüne engel koyuşumuz çok saçma ve aynı zamanda da adil değildi.

Ben burada ne yapıyorum?

Aniden kapıyı çaldım; Beynime verdiğim tek komut düşünmemek üzerine olduğundan düşünmeye başladığım an eyleme vurmuştu işi.

Köyden döndüğüm gibi gitmem gereken yer neresiydi? İlayda? Sancak? Yağız? Hatta belki de Doruk?

Ama Sarp değil, hayır Sarp olmamalıydı.

Son kez olduğunu söyleyip veda ettiğim adamın kaldığı deponun önünde olmamalıydım.

Demir kapı aralandı ve o hastası olduğum yüz gözüktü aralıktan. Düşüncelerim toz oldu. Safire çalan mavi gözleri beni burada görmeyi beklemediğini gösterircesine irice açıldığında yutkundum.

"Burada ne işin var senin?" Kapı hâlâ geçmeme yetecek kadar aralık değildi.

"İçeri..." Bir de salak gibi kafamla işaret ettim. "Girebilir miyim?"

Kapı bir anda onu görmeme yetecek kadar açıldı ve yüzü tamamıyla ortaya çıktı. "Tabii ki giremezsin." Sesi neredeyse hırçındı.

"Burada ne işin var Akın?" Evet. Evet, sormayı ve düşünmeyi reddettiğim için ona geliyordum ve o da bunu kabul etmek yerine böyle sorguya çekiyordu beni, evet!

Sinirle bir nefes alıp geriye adımladım. "Boşversene. Hataydı."

Tam ona sırtımı dönüp gidecekken durmamı sağlayacak bir şekilde bağırdı.

"SENİN BEN AMINA KOYAYIM!"

Öyle içten, kelimeleri öyle bir bastırarak söylemişti ki bana söylediğini bilmesem rahatlayacaktım.

Ellerim sweatshirt'ümün cebinde ona döndüm."Ne?"

Omuzları düşmüş, siyah uzun kollu tişörtünün kolları ellerini örtmüştü. Sarı saçları karman çorman ve yüzü kırılgandı. Böyle minik, boynu bükük bir çocuk gibi masum duruşu kalbimi hoplattı.

"İçeri gel." Dedi sonra kısık bir sesle.

Bu içeri girişin bir çıkışı olacak mıydı bilmesem de, ne yaptığımı düşünmedim işte yine. Tam bir gerizekalıydım, biliyordum. Bunun artık aşkla, sevgiyle bir alakası yoktu. Bu bir tür hastalıktı. Ne kadar büyük konuşursam, o kadar çabuk dönüyordum buraya ve o da bunu kabul ediyordu. Ya da tam tersi... Sonuç olarak verdiğimiz sözleri tutamıyorduk.

Korkak olsun veya olmasın, ben de istediğim kadar şöyleyim böyleyim diye beylik lafları edeyim kendime... Günün, haftanın, ayın veyahut gerekirse yılın sonunda bir yerde buluşuyorduk bir şekilde.

İçeri girdiğimde karşılaştığım boş alan, yükseltmeye çalıştığım kalkanlarımı indirdi. Koca deponun dolu dizgin tablolarına alışkındım bu çıplak hali yavan gelmişti. Şaşkınlıkla etrafa bakınırken devasa camın önüne yere serilmiş bir pike ve üstündeki bilgisayarı gördüm yalnızca. Hiçbir şey kalmamıştı devasa depoda.

"Kabul etmemiz gerekiyor ki açtığımız yaraları sarabilecek kişiler biz değiliz." Arkamı dönüp ona baktığımda tırabzanlarda, korkuluklara yaslandığını ve kollarını göğsünde birleştirdiğini gördüm. Bakışlarından alenen sızan alaycılık bir şeyleri gizliyordu mavilerinde, depoya ne olduğunu unuttum.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin