twenty nine

1.5K 135 72
                                    

Sarp Aksu

Aksu ailesi; sevgisiz bir anneden, duygusuz bir babadan ve onların arasında beyaz bayrak sallayıp duran benden oluşuyordu. Kocaman bir çiftlik evinin, bir sürü tarla ve arsanın sahibi olan Aksu ailesinin sahip olamadığı şeylerin listesi uzundu, ama genel olarak sevgi ve anlayıştı.

Terbiyeden yoksun, kibirli bir babanın ve sevgisizlikten kafayı sıyırmış annenin ikinci oğluydum aslında. Bir abim vardı, babam tarafından öldürülmeseydi hâlâ var olabilirdi.

Aile söz konusu olduğunda ülkedeki çoğu insanın şanslı olduğunu düşünmüyordum. Sevgilerini kendileri sevgisiz kaldığı için çocuklarından esirgeyen babalar, sevgiyi bir ödülmüş gibi yalnızca istediği olduğunda veren annelerin kurbanlarından oluşan bir çocuk mezarlığı vardı ülkede, veya dünyada. Abim de o kurbanlardan birisiydi ve ben küçüklüğümden beri onun hayaletiyle savaşıyordum.

"Yalçın!" Gözlerimi devirerek televizyonun başındaki koltuktan kalktım, koridora çıkarken gürül gürül yanan soba kaçmasın diye kapıyı da sıkıca örttüm.

"Anne..." Onu mutfakta bulduğumda.

"Heh, Yalçın şuradan unu uzat bakayım."

"Benim adım Sarp."

Bana bakmadan hamuru yoğurmaya devam etti, "Sus bakayım! En sevdiğin yemeği yapıyorum sana, nankör piç! Şuradan unu uzat bana!" Sonra gülümsedi ama gülümsemesi en az mutfak kadar soğuktu. "Peynirli börek!"

Gözlerimi irice açıp ciddi mi diye süzdüm onu ama tezgahın üstündeki ekşimik ciddi olduğunu vurguluyordu.

"Anne, ben peynirli yiyemiyorum ki."

Bakışları ışık hızında beni buldu, yüzü aniden taş kesildiği için korkuyla yutkundum. Huzursuz edici bir sessizlik çöktü ortama.

"Ann-" Sözüm bitmeden hamuru yoğurduğu plastik yüzüme çarptı ve acı içinde geriye savrulup kapıya çarptım.

"Seni piç! Sevmiyormuş muş!" Hınçla kolumu yakaladı ve beni kapıya tekrar vururken inledim.

"Uğursuz!" Diye bağırdı sonra ağlayarak.

"Allah'ın belası! Yalçın'ı getir bana!" Çığlık atma isteğimi içime gömmeye çalıştım, eğer ağlamaya başlarsam daha çok vururdu, elinden kurtulmak imkansız hale gelmeden nefesimi tuttum.

"Ta-mam, getireceğim Y-yalçın a-a-abimi." Tırnaklarını geçirdiği kolumu bıraktığı anda bir damla yanağıma doğru firar etti ama boşluğa doğru, "Yalçın'ım, güzel oğlum..." Gibisinden sayıkladığı için görmemişti.

Mutfaktan koşar adım çıkmamla sızlayan yüzüme rağmen evin önüne çıktım, verandayı görmeyen gözlerle alışmış hareketlerle aştım. O hep böyleydi, alışmıştım artık hareketlerine ama kendi ismim yerine ölmüş abimin ismini duymak, onun yerine gelmiş olmak canımı yakıyordu. Annem bana baktığında beni değil abimi görüyordu ve bunu düzeltmeye çalıştığım her seferinde yüzüme ya plastik bir kap ya da direkt bir tokat yiyordum.

Kuruluğa girdiğimde, kümesi ve traktörü geçtim, saman balyalarının üstüne sıcak bir yer bulana dek tırmandım. Tahta duvara sırtımı dayayıp geceyi orada geçirirken, her daim cebimde bulundurduğum kurşun kalemimimle yanımda uzanan tahtaları karalamaya başladım. Beni kurtaracak olan şey, resim mi olacaktı bilmiyorum ama beni rahatlatıyordu, orası kesin. Ağlamak istediğim zamanlarda susmamı, unutmamı sağlıyordu.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin