fourty three

1.2K 100 28
                                    

Bir başka kollarda sevgiyi aramamın ve pişmanlığı tadmamın ardından telef ettiğim hayatımı toparlama uğruna güneşli bir güne gözlerimi açıyordum. Her şey normalmiş gibi uyanmamın ardından kendime bir kahve yapıyordum, kemiklerim ağrıyana kadar salondaki koltuğumun üstünde oturup iş ilanlarına bakıyordum.

İşte, uzaklaştırma aldıktan sonraki günlerimin kısa bir özetiydi bu.

Rana'nın uyguladığı plan işe yaramıştı, ona minnettardım, Sancak'ın kafamı toplamam için mükemmel bir fırsat olduğunu ve İlayda'ya bir şeyler uyduracağını söylemesiyle ise eve tamamıyla kapanmıştım. Bir şeylerden kaçmaya çalışıyordum. Bu kaçışın bir dönüşü olacaktı, kucaklamak zorunda kalacaktım kaçtıklarımı biliyordum ama o güne değin devekuşu misali kafamı gömmek istiyordum.

Sarp'la ettiğimiz kavga artık silik bir anıydı zihnimde. Eskiden hiçbir cümlesini unutamazdım, kendime gelemezdim tek bir kelimesini düşünmekten. Artık o kadar bile enerjim yoktu. Boşlukta savruluyordum yalnızca, rüzgar nereye atarsa orayaydı bundan sonra.

Göğsümdeki kederi, Sarp'la aramızdaki koparılamaz bağın hissettirdiği acıyı görmezden gelmek çok zordu ama savaşıyordum.

Kim için?

Sarp'ın da dediği gibi yakmıştım kendimi. Şu saatten sonra kendim için ne yapsam zarardı ruhuma. Fakat bu savaşmanın bir sebebi vardı.

Sayıklayarak uyanmaların, kabusların tek sebebi İlayda'nın karnındaki candı.

Baba olacaktım. Daha kendi elimden tutamazken bir bebeğin, savunmasız bir bebeğin velisi olacaktım.

Trajikomik bir hikaye olacaktı. Gelecekte çocuğuma aslında annenizi hiç sevmedim diyecek, ölmeden önce Sarp'a en afillisinden bir aşk mektubu bırakacaktım.

Düşüncesi bile sinirimi bozmuştu. Kahkahalarla koltukta geriye doğru yaslandım ve iş ilanlarına bakmayı bıraktım.

İlayda'ya bir söz vermiştim.

İşin gerizekalı kısmı, Sarp'a da bir söz vermiştim.

Akın... Sen ne yapıyorsun?

Gözüm ilaç poşetine ilişti. Ne zaman çıkmaza girsem toslamayı göze almak istiyordum.

Belki de her şeyi siktir edip gitmem gerekiyordur?

Gözlerimden çaba sarf etmeksizin akan yaşlarla bir anlığına görüşüm bulandı, aklıma okulun önündeki kavgamız geldi.

Ayaklandım.

Ev yine dar gelmişti. Okula giremeyecek olsam da okula doğru yürümeye karar verdim. Evden çıkarken üzerimde siyah bol bir tişört ve gri şortum vardı.

Cebimde telefonum, üzerimde giysilerimin üstüne binmiş kederim ve acınası yüzümle sokakları, yolları aştım.

Okula yaklaşırken köşedeki parkta birkaç öğrenci gördüm. Duraksamadan yanlarından geçmek üzereydim ki birisinin fısıldadığını duydum;

"Bu okuldaki ibne değil mi?"

Bir diğeri benim duyup duymamamdan bile endişelenmeden, "Kırıta kırıta yürümesinden anlayacaktık abi, herif yürürken bile ben ibneyim diyor."

Adımlarım durdu. Zihnim kocaman bir bataklıktı ve heriflerdeki cesarete bak ki o bataklığa girmeyi göze alıyorlardı.

Başımı çevirip gruba baktım, okuldan kaçmış olmalılardı. Basketbol grubundan olduklarını tahmin ettim çünkü hepsi iri ve uzundu.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin