thirty three

1.4K 131 125
                                    

Hayat sınavlardan oluşuyordu. Küçüklükten itibaren yaşadığımız her anı aklımıza bir tecrübe olarak kazınıyor, geleceğe yatırım yapmamızı sağlıyordu. Her insanın sınandığı, acılarından ders çıkardığı bazı dönemleri olurdu. Hayatı bir denize benzetecek olursak bazen dalgalarında kontrolü kaybedebilir, hırçın köpüklerin altında canımız feci derecede yanabilirdi.

Bir fırtına çıkar gelir ve bizi alabora ederdi. Fakat sonra o fırtına diner, güneş açar, deniz durulurdu. Çarşaf gibi denizin üzerinde süzülürken etraftaki kuş seslerini duyar, güneşin yüzüne vuran o sıcaklığını hissederdin. Sınavın biterdi.

Bir gün o sınav biter ve sen ama başarısız ama başarılı o sınavdan kurtulurdun.

Ancak benim öyle değildi. Hayatımda bitmek bilmeyen bir fırtına vardı. Her şeyi yok eden; duygularımı, düşüncelerimi yok eden bir fırtına. Tecrübe edemeyeceğim kadar uzun sürmüş bir fırtına...

Benim hayatım fırtınaydı aslında. Ben fırtınanın kendisiydim. Sınav diye bir şey yoktu benim için, benim var olmam bile sınavdı kendime.

Benimle alakalı her şey zordu.

Çok zordu.

Ben kendimi gerçekten anlayamıyordum. Anlayabileceğimi de zannetmiyordum çünkü kendimi tanımıyordum. Bu yaşıma kadar futbolu sevdim ama gerçekten sevdim mi yoksa sevmek zorunda mı bırakıldım emin olamıyorum. Futbolun tek kurtuluşum olduğunu anladıktan sonra bu yolda yürümek istemem futbolu sevdiğim anlamına mı gelirdi ki?

Mesela çok kitap okuyan, dizi veyahut film izleyen birisi değilim. Ama niye? Bunca yıldır İstanbul'dayım, neden bir kez olsun müze gezmedim? Neden sadece önüme baktım, kendime odaklanmadan at gözlükleriyle nefes alıp verdim?

Mesela... Neden Sarp'ı sevdim? Kalbimi emanet edebileceğim bir sürü insan varken, çevremde İlayda gibi bir kadın varken neden o'ydu?

Yok. Aklım ve gönlüm bir türlü antlaşma masasına oturamıyordu. Bir taraf her zaman baskın çıkıp beni yönetiyordu.

Peki ya gerçekten, babamın öldüğü günün akşamı bunları mı düşünmeliydim?

Sorularım tükenmiyordu. Ancak hayatlar tükeniyordu. Küçük bir çocuğun hayatında travmatik bir anı bırakan, hayatım boyunca gerek erkeklerden gerek kadınlardan korkmamı sağlayan o adamın toprağın altında cansız bir şekilde yatıyor olmasına inanamıyordum.

***

On bir saat önce.

"Akın!" İlayda'nın beni omuzlarımdan sarsmasıyla uyandım. Kızın saçları omuzlarından, yüzüme doğru aktığı için bir an ürksem de sonra karanlıkta elaya çalan gözlerine bakıp rahatladım. "Telefonun çalıyor."

Telefona bakmadan saate kayan gözlerim şaşkınlıkla irileşip bir İlayda'ya bir de yerde buruşuk bir şekilde duran pantolondan fırlamış telefona baktım.

Beynim henüz yerinde değildi.

"Bu saatte kim arar ki?" Diye düşünerek ayağa kalktığımda üryan bedenim soğuğa karşı sızladı.

Telefonu eğilip elime alırken İlayda'nın çarşafa sarılarak yanım yaklaştığını işittim. Daha yeni uykuya dalmıştık, dolayısıyla uykusuzluktan şişmiş gözlerimiz buluştuğunda elini omzuma attı.

"Kimmiş?" Ablamın telefonda yanıp sönen numarasına bakıp durduktan sonra telefon karanlığa gömüldü.

Çok geçmeden yine çalmaya başlayınca aciliyeti hissettim; avcumda tuttuğum minik dikdörtgen alet stres yayıyordu sanki.

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin