thirty four

1.3K 131 142
                                    

O odadan çıkmak yetmemişti. Dışarı fırlamıştım. Ancak o da yetmemişti; Anılar her yerdeydi. Her noktada, her köşe başında bir yaşanmışlık elinde keskin bir bıçakla kalbimi delmek için bekliyordu sanki.

"Dayı..?" Sese döndüğümde, Nil'i babasının kucağında, göz çukurunu ovalarken buldum.

"Efendim, dayıcığım?" Buray eniştem çocuğu bana uzatırken acıyan bakışları yüzümde açılmış yaralarda gezindi.

Eniştem, "Siz isterseniz meydana gidin. Gezin bir şey yapın. Biz Hanım Anneyi sakinleştirelim." Nil'e sımsıkı sarılırken çocuğun yüzü boynuma indi, kafasını omzuma yaslamıştı.

Nil'in masumane varlığı beni buradan kurtarıyordu. Bu yüzden ona sımsıkı sarılıp eniştemi cevapladım. Evin dıştaki tahta kapısını açıp çıkarken sokak boyunca dizilmiş kah beton, kah tahtadan eski evlere baktım.

Bu sokaklar boyunca koşturmalarım, tarlaya giden patika yolu yürümelerim gözümün önündeydi. Ağlamaklı bir ben köşedeki çalının dibine çökmüştü, ağzım yüzüm dağılmış bir halde eve koşan ben yine ağlıyordu, babamın beni o gece , büyümek zorunda bıraktığı gece, arabadan ruh gibi inişim ve eve gidişim... Bir sürü ben vardı bu köyün köşelerinde ve hepsi de yanımdan geçip giderken ağlıyordu.

Ben burada mutluluğu bulamamıştım.

Meydana geldiğimde daha fenası olacağını biliyordum. Meydandaki dayağın izini hâlâ kaşımda taşıyordum çünkü. Aynaya her baktığımda yaşadığım ızdırabı, yüzleşmeyi hatırlıyordum ben.

Babam sayesinde. Hepsi onun eseri.

"Dayı..?" Dedi Nil başını kaldırıp. "Anneannem neden sana vurdu?"

Dumura uğradım, bir anlığına kal geldi. "Bana," Dedim zoraki. "Bana biraz kızmış da ondan." Yürümeye devam ettim.

"Annem de bana kızıyor." İri kahve gözleri yanağımda gezindi ve ilgisini çekmiş olacak ki işaret parmağını yanağımdaki yanan tokat izine bastırdı. "Parmak izlerini görebiliyorum."

Nil çok yavaş konuşan bir çocuktu, zaten diğer yaşıtları gibi enerjik veya yaramaz değildi. Sakindi; kitap okumayı bilmese de kağıtları karıştırmaya bayılır, oyuncaklarının dünyasında yaşardı. Bazen dakikalarca bir noktaya dalar giderdi. Televizyonda çıkan reklamları saatlerce izlerdi.

"Annem bana kızdığında çikolata yememe izin vermiyor. Anneannemde öyle yapsın sana." Gözlerim dolmaya başlayınca yürümeyi bıraktım.

Dizlerim titriyordu artık. Dayanamayarak yere çöktüğümde nefes nefeseydim, Nil'i nazikçe yere oturtup bekledim.

"Dayı..? İyi misin?"

Ağlamak istiyordum. Ağladıkça bir şeylerin üstesinden gelebilirdim, zehrimi akıtabilir ve şu lal olmuş dilimi belki de çözebilirdim.

Annemin yüzü aklıma düştüğünde nefesim kesildi.

Neden gelmedin?

Nasıl gelebilirdim? Her bir noktasında acı verici gerçeklerin ve ağlatan anıların olduğu bu köye, beni sevmeyen babama, benden umudu kesmiş sana nasıl gelebilirdim ben?

Hakkını helal et, tövbe et.

O adam... Babam hak ediyor muydu ki? Eğer bir Tanrı varsa, o adam cennetini hak ediyor muydu? Hadi ben etmiyordum tamam. Ama o, ediyor muydu?

"Dayı... Ağlıyorsun."

Tövbe et, ha? Tövbe et, günahlarından arın. Ben tövbeyi etsem kaç yazardı ki? Dilin söylediğini kalp kabul etmezken, gönlüm Sarp'tan başka bir şeye olur vermezken ben tövbe etsem günahlarımdan arınacak mıydım?

rolling in the deep |boyslove|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin