Sabah her zaman uyandığım saatten daha erken kalktım. Duşumu alıp hazırlanmaya koyuldum. İlk çalışında açtın telefonu. Uykulu bir sesle konuşuyordun. "Hazırlan, yarım saate kapındayım." dedim.
Şaşırmış bir sesle ne olduğunu anlamadan bir şeyler söylemiştin. Telefonu kapatıp, arabanın anahtarlarını alıp yola çıktım. Yurdunun önüne vardığımda çoktan hazırlanmış beni bekliyordun bile. Arabamı tam önünde durdurdum.
"Gelmene ne gerek vardı. Senin evin çok uzakta, bi de buradan tekrar okula döneceğiz." söylenip duruyordun sürekli.
Elini tutup, avuç içini öptüm. "Olsun, sadece bu an için bile değer."
Utanıp omzuma yumruk atmıştın. Biliyordum senin de hoşuna gidiyordu. Dersimizin başlamasına daha vardı. Belki kafeteryada bir şeyler yiyebilirdik. Neyse ki bu saatlerde çok öğrenci olmadığı için, boş masa bulmak kolay olmuştu. Oturup, yemeklerimizi yemeye başlamışken telefonumun çalmasıyla muhabbetimiz yarım kaldı. Baktım Mike. Açmazsam susmazdı biliyordum.
"Alo, nerdesin arabanı gördüm otoparkta. Senin bu saatte burada ne işin var oğlum? Söyle neredeysen yanına geleyim." Kafeteryada olduğumu söyledim telefonu kapatmadan önce.
Canım sıkılmıştı, seninle niye yalnız kalamıyorum ki bir türlü. Bir de Mike'ın senden hoşlanma durumu vardı. Sinirlerime hakim olmam gerekiyordu. En kısa sürede bu meseleyi de halletmem gerekiyordu anlaşılan.
Gelip yanımıza oturan Mike'ın gözleri sorular soruyordu. Pis bir sırıtış kaplamıştı yüzünü. Sinir oldum. "O salak ifadeyi sil suratından da yemeğini ye." dedim. Gram bozulmamıştı dediklerime, sadece yanımızda oturup, bir sana bir bana bakıp duruyordu.
"Dersten sonra ne yapacaksınız?" Mike bizi yokluyordu anlaşılan. "Benim bugün tiyatro provalarım başlıyor. Oraya gitmem gerekiyor." dedin. "Benim bi planım yok. Niye sordun?" dedim Mike'a.
"İyi madem uzun zamandır bir şeyler yapmıyorduk. Beraber takılırız. Senin için problem olmaz değil mi Win?" Bu adamın sonu elimden olacaktı. Piç...
"Niye sorun olsun. Kafanıza göre takılın." derken bana utanmış bir şekilde baktın. Dersin başlama saati geldiği için yerlerimizden kalkıp sınıfa gittik.
Sen tiyatro kulubüne geçtin ders çıkışı. Benim de Mike ile ilgilenmem gerekiyordu. Bu iş çok uzamıştı. Mike ile arada takıldığımız bara gittik. İçmek istiyordum bugün. En yakın arkadaşıma içimi dökecektim.
"Win'den hala hoşlanıyor musun?" diye sordum Mike'a direkt olarak, lafı uzatmadan. Dönüp yüzüme karşı gülmeye başladı. Bir yandan içkisini içiyor, bir yandan benimle dalga geçiyordu. Hiç beklemiyordum böyle bir tepkiyi.
"Sen gerçekten aptalsın. Bunca yıl sana nasıl katlanmışım ki?"
"Anlamıyorum, ne diyorsun?"
"Kaç yıldır arkadaşız biz? 9 yıl değil mi? Oğlum ben senin kaşının kalkışından neye sinirlendiğini, kirpiğinin oynamasından neye üzüldüğünü anlarım. Win'i ilk gördüğün andan beri ona nasıl kapıldığını gerçekten fark etmediğimi mi sandın?"
Şaşkındım. Bu adam neler anlatıyordu. Beynim idrak edemiyordu artık. "İçinde verdiğin savaşı görebiliyordum. Eğer bir şey yapmazsam, adım atmayacağına emindim. Ben de böyle bir yol izledim. Sonuçta vardığımız nokta belli. Win ile birliktesiniz artık değil mi?"
Her şey bir plan mıydı yani? Gerçekleri mi söylüyordu? Dostum dediğim adam, daha ben bile farkında değilken her şeyi çözmüş ve beni destekliyor muydu yani? O kadar mutluydum ki kendimi tuatmayarak sarıldım ona. Kocaman kollarla, iki koca adam bir barın içinde birbirlerine sarılıyorlardı. Eğer karizmamı umursamıyor olmasaydım omuzlarında hüngür hüngür ağlardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Firgun (+18) || BrightWin✔️
FanficFirgun ne demek bilir misin sevgilim? İbranice birisini gerçekten çok sevdiğiniz için duyulan sevinç ve o sevincin içinde bencillik bulundurmamak. İşte öyle sevdim ben seni. Tüm benliğimle... Kendimden vazgeçerek... Aşka inancımın olmadığı zamanda b...