25.Bölüm ~ Kanıt

32 1 0
                                    

Soğuk havadan içime bir nefes daha çektiğimde burnum sızlamıştı. Hafifçe omzumun üstünden geriye baktım. Yol boştu. En azından şu birkaç saniye içinde yeniden araba farları ile aydınlanmayacağımı görebiliyordum.

Biraz daha ilerlediğimde benim burada olduğumu bildiği halde bana dönmemesine de anlam veremiyordum. Beni buraya çağıran kendisiydi ve geleceğimi söylemediğim halde buna emin olduğunu belli eden bir kapanış yapmıştı.

Yolun ortasında gecenin bir yarısı öylece duran adamın tam karşısındaydım. Şimdi hızla gelen bir araba ya ona çarpacak ya da direksiyonu son anda kırıp beni hedef alacaktı. Bana bunu neden yapıyordu hiçbir fikrim yoktu.

Ona doğru bir adım daha attığımda az önce karanlıkta farketmediğim bir ayrıntıyı farketmiştim.

Karanfiller...

Asfaltın üstünde iki karanfil duruyordu. O kadar kırmızı ve o kadar güzeldiler ki bir an canım acıdı. Karanfiller aslında anlam bakımından güllere benziyordu. Fazla çiçeklerden anlamasam da değer verilen kişilere verildiğini biliyordum. Fransızların cenazelerini karanfillerle süslediğine tanık olmuştum.

Adam bedenini bana döndürdüğünde boyunun uzunluğunu fark etmiştim. Arkadan bakıldığında kalıplı bir bedene sahip olduğu görmüştüm ama onun uzağındayken boylarımız arasındaki mesafeyi anlayamamıştım. Elindeki üçüncü karanfili de gözlerime bakarak yola bıraktığında "Üç Kasım." dedi. Saatin artık dört kasım pazar gününü gösterdiğini söylemenin gereksiz olduğunu düşündüm.

"Bugün kardeşim burada öldüreli tam on yıl oldu."

Son karanfil de asfalta düştüğünde esen rüzgar onu diğer ikisinin yanına yaklaştırmıştı. Gözlerim yuvarlanan çiçeklere daldığında adam gür bir şekilde "Sana bilmek istediklerini anlatırım, kanıtları da veririm ama önce bana bir söz vermen lazım." dedi.

Anayolun bir ucunda ben bir ucunda o duruken aynı anda hem yaşama hem de ölüme meydan okuyorduk. Ona yaklaşmak içinde bulunduğum çıkmazdan daha tehlikeli duruyordu.

Sakin bir şekilde " Benden ne istiyorsun? " diye sordum. Başarılıydım çünkü kalbimin delice atışlarını hissettirmeyecek bir tonda konuşmuştum.

"Bana olan can borcunu ödeyeceğine söz vermeni istiyorum." dediğinde az öncekinin aksine buz gibi bir mesafeyle konuşmuştu. Gözleri gecenin karanlığından bile koyu bakıyordu. Göz çevrelerinde tek bir kırışıklık bile yoktu ama altlarının morluğu aramızdaki mesafeye rağmen kendini belli ediyordu.

Aynı şekilde" Can borcu demeyi kes artık." diye onu uyardım." Eğer beni öldürmek isteseydi yapardı. Buna fırsatı olmuştu. "

Sözlerime karşılık güldüğünü görmüştüm. Dudaklarında bana karşı bir alay oluşmuştu. Elini çenesindeki sakallara götürdüğünde küçümseyici bakışları direk üstümdeydi.

"Burcuyu da hemen öldürmedi." dedi. Az önce çiçekleri amade ettiği kardeşinin yasını tutmaya devam ediyordu. On yıl geçmiş olsa da bir asrı devirmiş olsa da ailesinden birinin koparılması atlatılacak bir durum değildi. Acısını hissedemesem de duygusunu anlıyordum. Yine de gerçekler uğruna da olsa tanımadığım birine bağlı olmak yanlış geliyordu. Ona borcum yoktu. Kendi seçtiğim yolu dikenlerini göre göre yürümüştüm ve canım çok yanmıştı.

Bu sefer "Karşılığında ne isteyeceksin?" diye sordum. Bir yandan da gözüm yeniden bir arabanın gelme ihtimaline karşı geriye bakıyordu. Adam derin bir nefes verdiğinde dudaklarından dumanlar yükselmişti. Sorumu kısaca "Soyadını kullanmak istiyorum." dedi.

İzlere DokunulmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin