°31

328 41 3
                                    

Seoul'de kızlarla birlikte eve taşındığımızdan itibaren yazın çalışmak için iş arayışına başlamıştım ve şansıma bir kaç gün sonra barista olarak işe başlamıştım. Lisa'da işe başlayacak ve Jennie eve bakacaktı. Yaz boyu çalışıp üniversiteye başlamadan önce birikim yapacaktık. Ailelerimizden aldığımuz paralarla birlikte aslında tuttuğumuz daire bir öğrenci evi için gayet hoştu.

Binanın en üst katındaki iki yatakodalı daireye taşınmıştık. Binada emekli yaşlı çiftler ya da kimin oturduğunu bilmediğimiz bir kaç sessiz daire vardı. Çok kişinin uğramadığı çatı katı bu şekilde bize kalmıştı. İkinci günden küçük bir halı ve iki armut koltukla bir kamp sandalyesi yerleştirmiştik.

Çalıştığım iş yeriyle evin arası metro ile yarım saat sürüyordu. Üniversite biraz daha uzaktı, ev Jennie ve Lisa'nın gittiği üniversiteye daha yakındı.

Kafede çalışmaya başlayalı iki hafta olmuştu ve şimdiden arkadaş edinmiştim bile. Kafe sahibinim kuzeni Kim Taehyung buraya düzenli olarak gelirdi. Üniversiteden yeni mezun olmuş bir fotoğraf bölümü öğrencisiydi, oldukça hoş bir tarzı olan ilginç birisiydi. Oturuşundan giyimine kadar sanatçı ruhunu oldukça yansıtıyordu, parlak bronz teni ve siyah saçlarıyla çok fazla kişiyi peşinden koşturduğuna emin olsamda dediğine göre ilişki içinde olmak yerine insanlarla küçük tatlı flörtler etmeyi tercih ediyordu.

Bunun dışında bir de Jeon Jungkook vardı. Haftada bir kaç kere kafede sahne almaya geliyordu. Kimi zaman sadece öğle saatlerinde kimi zaman ise akşamdan kapanış saatinde burada oluyordu. Taehyung ile aralarında dengesiz ama hoş bir arkadaşlık var gibi görünüyordu. Taehyung'a nazaran Jungkook hala üniversite okuyan, genelde deri ceket giyip siyah kombinler giymeyi tercih eden durgun kişilikli birisiydi.

Bu zıtlıkta ikisinin nasıl tanışıp arkadaş olduğunu düşünmüyor değildim.

Kafede çalıştığım günlerden birisinden Taehyung her zamanki gibi gelip genelde oturmayı tercih ettiği masaya yerleşti.

"Hoşgeldin."

Çantasını yanına astıktan sonra gülümseyerek bana döndü.

"Hoşbuldum. Jungkook gelmedi mi?"

"Hayır, bu gün geleceğini bilmiyordum."

Eliyle gülen yüzünü saklamaya çalıştığını gördüğümde garipsedim.

"Bir şey ister misin?"

Hızlı bir şekilde bana dönüp başını salladı.

"Bir dilim çilekli pasta ve şekerli latte alsam fena olmaz."

"Tamam, hemen geliyor."

Taehyung'un istediği pastayı raftan alıp kalıpla eşit şekilde dilimlere ayırdıktan sonra, dilimi tabağına yerleştirip üstüne krem şanti sıktıktan sonra kurutulmuş çilek parçalarını döktüm.
Kahveyi de hazırlayıp tepsiye koyduktan sonra masasına gidip önüne dizdim.

"Afiyet olsun."

Gelen müşteriyle birlikte hızla kasaya yöneldim.

"Hoşgeldiniz efendim, ne alırdınız?"

Bu sırada bir kaç kişiyle birlikte içeri giren Jungkook sipariş hazırlarken gözüme çarpmıştı.

Her zamanki gibi siyah deri ceketi içinde oduncu gömleği ve siyah dar kotuyla, kafedeki bir kaç genç kızın olduğu yöne doğru dönmesine neden olmuştu bile.

"Hoşgeldin Jungkook."

Gülümseyerek olduğu yere doğru seslendiğimde teşekkür ederek hızlı bir şekilde personel odasına giriş yaptı.

Hazırlanan siparişleri müşterilere verdiğim sırada odadan siyah gitarıyla çıkan Jungkook kafenin ufak tefek sayılabilecek sahnesine çıktı.

Kafe Seoul'de ki diğer yerlerden farklı olarak daha Amerikan vari bir havaya sahip olması için kırmızı deri koltuklar, led ışıklar, küçük şirin tabelalar ve şuanlık tek çalışan olarak üzerimde pembe şeritli beyaz renkli bir üniforma olacak şekilde tasarlanmıştı.

Şuan sıcaktan dolayı takmıyor olsamda, kapının dışındakiyle aynı logoya sahip pembe bir şapka da üniformaya aitti.

Komik göründüğümü inkar edemezdim ama bazen bir Amerikan dizisinde başrol gibi hissetmek eğlenceli oluyor ve tekdüze sıkıcı hayatıma kısa süreliğine eğlence katıyordu.

Bu sırada Jungkook bilindik hoş bir melodiyi kulaklarıma doldurduğunda gülümsedim.

Konuşma sesleri Jungkook'un hoş sesiyle kesildiğinde müşteri olmamasının rahatlığı ile ben de onun olduğu yere dönerek dinlemeye başladım. Oldukça hoş bir ses tonu vardı ve burada çalıştığım süre boyunca Jungkook'un geldiği her gün kendimi konserdeymiş gibi hissetmeden edemiyordum. Sahneyi sahiplenişi ve gitarı eline aldığından itibaren bırakana kadar devam eden özgüvenli duruşu o ünlü bir şarkıcı, siz de onun hayranıymışsınız gibi hissettiriyordu.

"Hey there, Delilah, I know times are gettin' hard..."

Sesinin duyulmasından çekinmeyerek şarkıya eşlik eden Taehyung ona katılarak bir kaç kelime mırıldanmama neden olurken ortamı saran hoş havanın büyüsünden çıkarak gelen müşterilerle ilgilendim.

O gün Taehyung bir kaç saat daha durup kalktı ve Jungkook ben kafeyi kapatana kadar kalıp bana yardım etti.

Ben bulaşıkları yıkadıktan sonra üniformamı çıkarıp kendi kıyafetlerimi giydiğimde personel odasından çıktım. Bu sırada Jungkook son aşama olarak yerleri siliyordu.

Saat sekize geliyordu.

"Bu kadarlık yeter Jungkook, teşekkür ederim."

Elindeki paspası depoya bırakırken bende çantamı hazırlayıp onu bekledim.

Sırtında gitar çantasıyla geldiğinde kafenin ışıklarını kapatıp kapıyı kilitledim.

Yaz olmasında dolayı hava soğuk değildi ve henüz tam kararmış sayılmazdı.

"Neyle gideceksin?"

Merakla soruyu yönelten Jungkook'a döndüm.

"Metroyla gidiyorum."

"Tamam o zaman."

Nazikçe kolumdan beni yönlendirip yürümeye başladığında şaşırmıştım.

"Nereye?"

"Metroyla gideceğim demedin mi? Seni bırakıyorum, hava kararıcak çünkü."

"Teşekkür ederim."

Her gün zaten kendim gidiyordum ama bu gün ne değişti diye sorup kabalık etmek yerine sessiz bir şekilde ince teklifine kabul ettim ve o akşam beni metronun kapısına kadar bırakmasına izin verdim.

Romeo and Juliet❞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin