(Üniversitenin 2. yılı)
Bahçeye indikten sonra hızlı bir şekilde fakülte binasına koştururken soğuk hava yüzüme çarpmaktan da geri kalmıyordu.
Sararıp dökülmüş yapraklar sonbaharın kendini belli etmesine izin verirken mevsimin aslında ne kadar hoş olduğunu düşünerek büyük kapıdan içeri girdim.
Alışık olduğum koridorlardan geçerek ilk dersim olan 'Temel Konuşma Eğitimi'nin olduğu sınıfa girdim.
Pek geniş olmasa da 23 kişilik olduğundan dolayı bize fazlasıyla geniş kalan sınıfta fazlasıyla boş kalan sıralardan birine yerleşip ders notlarımı çıkardım. Tiyatro bölümünde yazılı dersler olduğunu bilsem de uygulamadan daha çok ve daha önemli tutulmalarını beklememiştim. Gerçi bunlar sadece ilk iki senemizde böyleydi. Sahne ağırlıklı derslerimizi seneye görmeye başladığımızda bu yıllarımı özleyeceğime emindim, tıpkı şuan üniversiteden önceki yıllarımı özlediğim gibi. Büyüdükçe her bir hedefimi yerine getirmek yanında yetişkinliği ve bazı sorumlulukları getiriyordu. Her zaman liseli kalıp tek derdimin üniversiteye çalışmak olmasını isterdim.
Geldiğim ilk sene bulunduğumuz fakülte binasında garip bir düzen(?) olduğunu farketmiştim. Binada oyunculuk-modellik, tiyatro ve sahne dekoru bölümü birlikte eğitim alıyordu. Bölüm öğrencileri arasında sanki kurulması yasakmış gibi garip iletişim bozuklukları vardı. Herkes kendi bölümündekiler dışında iletişim kurmuyor ve sanki statü olarka farklılarmış gibi davranıyordu. Bunu tabiki de lisede gibi çocukça zorbalıklarda bulunarak yapmıyorlardı. Her bölümün birbirini görmezden gelişi ve bölümlerdeki öğrencilerin genel duruşları bile ortadaydı.
Eski çağdaki Avrupa'ya göre sosyal statü durumumuz; oyunculuk bölümündekiler soylu, sahne dekoru bölümündekiler rahip ve tiyatro bölümü ise burjuvalardı.
Tiyatro öğrencilerinin hepsi sakin ve kendi halinde takılmayı seven hoş insanlardı. Tarzları dahil. Sahne dekoru öğrencileri de bizden pek farklı değildi, sadece bizim yaptığımızdan daha çok kendi bölümündekilerle sosyallerdi bu yüzden kendi içlerinde dayanışmaları vardı. Oyunculuk bölümü ise gerçekten kendi bölümü dışında kimseyle konuşmayan, neredeyse her biri sosyal medya fenomeni olan tarzı güzel sayılabilecek kişilerle doluydu.
Üniversitenin beni ortaçağda bir burjuva gibi hissettireceğini gerçekten bilmiyordum.
Bu gün ki dört dersime girdikten sonra öğle saatlerinde dersim bittiğinde beni almaya gelmişti.
Kaskını çıkarıp motorun üzerinde otururken bana hoş gülümsemesini bahşettiğinde yolun karşısında gülümseyerek el salladım ve yanına gittim.
Yanına vardığımda kolunu nazik bir şekilde belime sararak başını yorulmuş gibi göğsüme dayadı.
"Hava çok sıcak ve kask takmak zorunda olmak beni delirtiyor. Nefessiz kalıp terliyorum."
Terden dolayı ensesine yapışmış olan tutamlarla havalanması adına oynadıktan sonra saçlarının srasına öpücük kondurdum ve başını kaldırdı.
"Okul nasıldı?"
Sepetteki ikinci kaskı alıp kafama taktıktan sonra arkaya oturup rahat bir şekilde konumlanarak yola hazırlandım.
"Her zamanki gibiydi."
O da bu sırada kaskını taktığında kollarımı beline sardım. Kaskın camını açık bırakmıştım çünkü rüzgarı yüzümde hissetmek hoşuma gidiyordu.
On dakikalık hızlı bir yolculuktan sonra Jungkook'un evinden çok vakit geçirdiği, müziklerini kaydettiği stüdyoya gelmiştik.
Bir işi olduğunda onu tamamlayana kadar günlerini stüdyoda uykusuz gecelerle geçirirdi. Çalışırken genelde yemek yemeyi unuturdu, kahvesi olduğunu unutup soğuturdu. Onun burada yemeğine eşlik eden, kahvesini tazeleyen destekçi kız arkadaşı olmak keyif vericiydi. Ayrıca bu şekilde birbirimizin varlığına daha çok alışıyor ve bağlarımızı kuvvetlendirip daha çok vakit geçiriyorduk.