Oturduğum yerden yavaşça ayağa kalktım, metrodaki talihsiz durum düzelene kadar genç bir beyefendi yanımda durmuş ve sakinleşmem için elinden geleni yapmıştı. İlk dakikalardan sonra yere oturduğumdan itibaren aklımda her şey silikti.
Küçük bir nöbetti sadece.
Metro sonunda hareket edip durağıma ulaşana kadar tanımadığım beyefendi yanımda durdu. Durağıma geldiğimde ona dönerek nazikçe teşekkür ettim ve dikkatlice kapıdan çıktım.Derin bir nefes aldım, metrodan dışarı adımlarken zihnimi toparlamaya çalışıyordum ve tam bu sırada ne için dışarı çıktığımı hatırlayıp hızlıca telefonu elime aldım. Jisoo beni bekliyordu, belki de ulaşamayınca gerçekten endişelenmişti.
Ve tabiki de cevapsız aramalarım vardı...Hızlı bir şekilde bana ulaşamamış herkese kısaca mesaj atıp iyi olduğuma dair haber verdim. Özellikle de Jisoo'ya. Çok meraklandığını ama iyi olduğuma çok sevindiğini ve rahatladığını söyledi. Beni tiyatro salonunda öğrencilerin yanında beklediğini söyledi. Zaten vermek için çoktan geç kaldığım dosyaları sıkıca tutup koşar adımlarla tiyatroya ilerlemeye başladım. Rüzgar yüzüme çarpıp genzimi yakıyordu, artık zor nefes alır hale geldiğimde yavaşladım. Boğazım ve dudaklarım kupkuru kalmıştı. Biraz soluklandıktan sonra bu sefer yavaş adımlarla devam ettim. Zaten geç kalmıştım ve şu saatten sonra koşsam dahi bunu değiştiremeyecektim bu yüzden kendimi daha fazla yormamaya karar verdim.
Tiyatroya vardığımda yorgunluğun verdiği dalgınlıktan dolayı sert sayılacak şekilde kapıyı açtım.
Koskoca karanlık salonda kapı sesinin yankısıyka beraber yapayalnız olduğumu gördüm.
Telefonu elime alıyordum ki sahnenin ışıkları yandı. Sahnenin üstünde öğrencilerimden birisi vardı."Lütfen koltuklardan birine geçin Bayan Park."
Etrafa Jisoo için bakınıyordum ama ben ve sahnedeki öğrenciden başka kimse yoktu.
"Merak etmeyin Jisoo noona birazdan burada olur. Sadece oturun."
Ardından ışıklar ve perde kapandı. Etraf tekrardan sessizleşti. Kısa bir süre içinde perde ve ışıklar tekrar açıldığınsa bu sefer sahnede iki kız vardı. İkisi de küçük kız çocukları gibi gibi giyinmişlerdi. Birlikte oyun oynuyorlardı, sonra diğeri yere düştü.
"Merak etme Chae, ağlama ben buradayım."
"Unni canım acıyor..."
"Senin için her zaman buradayım Chae, hadi eve gidelim."
Sahnede dönenleri şaşkınlıkla izlerken diğer kız yerdekinin alnına küçük bir öpücük kondurduktan sonra kucağına alarak gitti. Sonra başka bir ikili sahneye doğru adımladı.
Birisi ağlıyor ve diğeri onu teselli etmeye çalışıyordu ama o da ağlamaklıydı. Üzgündü.
"Muzlu çorabın teki şimdi gitse bile,eşini bulmak için mutlaka dönecektir..."
Sonra ikisi de geri döndü.
Sahneye başka birileri çıkarken Hwan yanıma gelerek elime bir süt kutusu bırakıp hiçbir şey demeden koşarak uzaklaştı.
Kutuya baktığım saniyede onun ne olduğunu biliyordum. Herşey çok tanıdıktı. Anılar birbir aklımdan geçiyordu. Kutu bir çilekli süt kutusuydu, aynısı değildi ama aynı şekilde üstüne biraz önce bahsi geçen söz yazılmıştı. Tıpkı güneş batarken yalnız kaldığım o gün ki gibi...
Gözlerim doldu. Kucağımda duran dosyalar ve buraya gelme amacım, yorgunluğum... Herşey tamamen unutulmuştu. Seslerin yükselmesi ile tekrar sahneye kaldırdım başımı.
Bu sefer bir sarışın ve bir sşyah saçlı iki kız vardı sahnede. İkisi de diğerlerine farkla büyük gibi giyinmişti. Sarışın olan elinde gitarla yere oturdu, diğeri de karşısına. La Vie En Rose çalmaya başladığında gülümsedim. Siyah saçlı olan içi geçmiş gibi karşısındaki kızı izliyordu.
"Hold me close and hold me fast..."
Şarkı çalarken bir gökgürültüsü sesinin ardından yağmur sesi geldi.
"Hadi dans edelim Chaeyoung!"
İkisi de arkada çalan La Vie En Rose ve yağmur sesi eşliğinde sahnede dans ederken ışıklar kapandı ve sesler durdu.
Ne olduğunu, ne zaman bunların olduğunu bilmiyordum. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Sahnede dönen her neyse pür dikkat onu izliyordum. Sahnede geçen her saniye aklıma eski anıları getiriyordu. Jisoo ile geçirdiğim her dakika kafamda allak bullak olmuş şekilde dönmeye başlamıştı.
Kalbim hızlanmaya başlamıştı. Neden böyle olduğunu bilmiyordum. Sonra Taylor Swift'in Lover şarkısı çalmaya başlamıştı, bunu biliyordum... O mezuniyetin her saniyesini hatırlıyorum... Her dokunuşunu, onu seyrettiğim her an bana bakışını.
Sahnede bu sefer Jisoo vardı ve yalnız başınaydı. Bana bakıyordu. Göz yaşlarım gerçekten tutamayacağım noktaya gelmişti. Ben ise sahnede durup elini bana uzatan Jisoo'ya bakarken çoktan ağlamaya başlamıştım.
Beni davet eden eline karşılık vermek için yabaş adımlarla sahneye ilerleyip yanına çıktım.
Elimi sıkıca tutup bana gülümsedikten sonra diğer elini belime sardı."Ağlamak için kötü bir gün değil mi bebeğim?"
Ufak bir gülümsemeyle yüzüme bakarak yanıt veriyordu fakat ben yine de ağlıyordum. Parmakları yanağıma değince gülümsedim. Gerçekten ne yaptığımı bilmiyordum. Beni şarkı eşliğinde dansa bırakmıştı. Tıpkı mezuniyetteki gibi aynı şarkıyla bu sefer çok farklı iki insan olarak çok farklı bir mekanda dans ediyorduk.
Aynı olan şey ise her an birbirine sarılı ruhlarımız ve duygulardı...
"Seni seviyorum, seni ömrüm boyunca sevmek istiyorum. Seni önceki hayatımda sevdiğime ve bundan sonrakilerinde de seveceğime adım gibi eminim Chaeyoung. Çünkü ben senin ruhun olmadan ruhsuz bir insanım. İçimi dolduran sensin, sevgiyi ve sevilmeyi öğreten... Sabretmeyi, beklemeyi öğreten... Küçükken senin için büyüdüm ve şimdi karşında bir yetişkin olarak dururken aşkım..."
Sıcak dudaklarını dudaklarıma bastırdıktan sonra tekrardan uzaklaştı. Sözünü bitirmek istiyordu ama aynı zamanda gözlerimin içine dalgın bir şekilde bakıyordu.
"Bundan sonra da seninle yaşlanmak istiyorum."
Kollarını benden ayırıp karşımda diz çöktüğünde donakalmıştım.
"Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları, durduramaz sevgiyi taş sınırlar"
Romeo ve Juliet'ten bir alıntı yaparak cebinden küçük bir çorap çıkardı, yıllar önce teki onda kalan o çorabı...
Bunun benim evimdeki olmadığını biliyordum, diğer eşiydi. Elime aldığımda avucumda küçücük kalmış bir çocuk çorabının beni bu kadar duyguya boğacağını ve heyecanlandıracağını hiç düşünmemiştim. Belki de dışarıdan baktığında çok komik bir perdeydi.
"Chaeyoung, seninle yaşlanmama izin verecek misin?"
Karşısında ben de aynı şekilde yere çöktüğümde merakla bana bakıyordu.
"Geç ölmektense senin sevginden yoksun yaşamıma son versin kinleri daha iyi."
Aynı şekilde bir alıntıyla cevap verdikten sonra gülümsemesine izin vermeden dudaklarına kapandım.
Ve yemin ederim, zehir de olsaydı dudaklarında aynı şehvetle içerdim yine seni... Sabahında öleceğim geceyi kollarında geçirirdim hiç şüphesiz...
Sen neredeysen orada olacağım sözüne bağladım kendimi.Ne ben giderim artık, ne de sen bırakırsın beni sevgilim...
~Son~