Haftasonunda küçük bir kaçamak yapmak için cuma akşamından yola çıkarak iki gece iki gün kalmak adına Seoul'den uzaklaşarak ailemi ziyarete gelmiştim. Bütün çocukluk yıllarımı geçirdiğim odada doya doya vakit geçirmiş, anıların mühürlenmiş gibi yapıştığı bütün eşyalarıma tek tek bakmıştım.
Çekmeceleri karıştırmış ve kutuları açmıştım.Şimdi ise anne-babamla küçük bir lokantada bir süredir uzak durduğum sokak yemeklerinden yiyorduk.
"Kilon için bunlardan uzak durduğunu bilmiyordum. Hatta kilona takıntılı olduğunu bilmiyordum."
"Hayır baba, sağlıksız ve yağlı oldukları için yemekten kaçınıyorum."
"Kızı rahat bırak, onun yaşındaki kızların kendine dikkat etmesi normal. Kimse senin gibi sürekli yiyip göbek yapmıyor. Kendisine zarar vermediği sürece bırak yapsın."
"Gençken benden ne kadar hoşlandığını hatırlatayım, şimdi farkım ne ki? Hala gencim ben, sadece göbekliyim."
Babamla annem küçük atışmasına devam ederken bende lokantanın ve cılız sokak lambasının ışıttığı kadarıyla, lokantanın dışındaki masamızda otururken karşımızdaki denizi izliyordum.
Görememek bir yana, dalgaların sesi ve kokusu bile yeterliydi benim için. Kışın bu ayında dışarıda bir masada akşam saatinde oturmak mantıksızcaydı kesinlikle fakat burayı özlemiştim. Lisede hava koşullarını dinlemeden her mevsim geldiğim bu sahil uzun süredir açmadığım fotoğraf albümlerinin olduğu bir sandık gibiydi şimdi.Yabancı gelen fotoğraf yığınıyla dolu, soğuk ve tozlu. Karanlıktan pek seçimeyen ufuğa doğru uzunca baktığında anılarla birlikte yavaşça içini ısıtan türden...
Hayatımın her zamanında ne zaman düşüncelerim küçük kafama sıkışıp kalsa buraya kaçardım. Deniz olmadan yaşadığım bir hayat düşünmek zordu fakat alışık olduğum için mi bağlıydım buna yoksa bağlı olduğum için mi bu kadar alışmıştım?
Bu üstünde hiç düşünmediğim garip bir çıkmaz sadece.Annemin elini omzumda hissettiğimde çantamı omzuma asıp ayağa kalktım. Eve dönme vakti gelmişti bile.
"Saat geç oldu, hava da iyice gece ayazında çekmeden hesabı ödeyip dönelim."
"Ben öderim."
Anne ve babama fırsat vermeden çantamı önüme alıp kasaya ilerlerdim. Cüzdanımı çıkartırken ikisi de arkamdan gelerek iki yanımda durdu.
"Aa, benim küçük kızım hesap ödeyecek kadar büyümüş."
Ben parayı uzatırken parmaklarıyla yanağımı sıkıştıran anneme gülümsedim.
"Hala üniversitede olabilirim ama aynı zamanda çalışıyorum da, kısmen artık öğretmenim."
Paranın üstünü aldıktan sonra birlikte lokantadan çıkarak arabaya ilerledik.
"Öğrencilerin çok şanslı, güzel ve genç bir öğretmenleri var. Seni seviyor olmalılar."
"Seviyorlar sanırım."
Arka koltuğa yerleştikten sonra arabanın kapısını kapadım.
İçerideki sessizlikten dolayo babam kısık sesle radyodaki müziği açtığında başımı cama yasladım. Bu sırada telefonumun sessizde olduğunu hatırlayıp açmak için elime aldım. Sanki bildirimim eksik değilmiş gibi sessize alma alışkanlığım vardı. Fakat bu sefer bir bildirimim vardı.
Jisoo~.~
22.47
Fotoğrafı atalı yaklaşık iki saat olmuştu ve baika hiçbir mesaj yoktu.
Ben mesajı gördüğümde hızlı bir şekilde çevrimiçi oldu.
Jisoo~.~
Görmeni bekliyordum.
Tanıdık geldi mi?
Sadece bir denizdi, her yerde olabilirdi diye düşündüm. Sonra babam arabayı sahil boyu sürmeye devam ederken cama dönerek karanlık denize baktım.
Karanlık ufuğa doğrı baktığımda içime dolan tanımlayamadığım bie his oluşmuştu. Bu sahilde önceden Jisoo ile çok fazla buluşmuştuk... Sadece ikimize ait bir yer gibiydi.
İkimize...
"Baba arabayı durdur!"
Babam telaşla frene bastığında çantamı koltuğa atıp kapıyı açtım.
Arabadan koşarak çıktığımda düşünme yetisini kaybetmiş bir aptal gibiydim, tek yaptığım şey son hızda sahile koşmak olmuştu.
Arabadan biraz uzaklaşmışken arkamı dönüp annemlere sonra eve döneceğimi söylemeyi akıl edebilmiştim. Sonrasında ise aptallık devam etmişti. Ay ışığının altında gecenin ayazında, ayağımdaki botlarla kuma bata çıka sadece koşuyordum.
Pantolonumun paçaları dalgalardan sıçrayan suyla sırılsıklam olana ve boynumdaki atkının bağı çözülüp omuzlarıma düşene kadar.Bulmak istediğim şeyin burada olduğunu umarak koşuyordum, çünkü ummaktan başka çarem yoktu.
Koştum, nefesim kesilene ve saçlarım dağılana kadar...
Sonra durdum. Benden uzaktaydı ama çok net bir şekilde yüzündeki gülümsemeyi görebiliyordum. Benim gibi, sanki koşmuş gibi hızla inip kalkan göğsünde dolmuş heyecanı hissedebiliyordum.
"Başka herhangi bir deniz de olabilirdi, her yer olabilirdi ama sen bana geldin..."
Ben nefeslerimi düzenlemeye çalışırken hızlı adımlarla yanıma gelip kollarını etrafıma sardı.
"Sonucu istediğin gibi olmayabilirdi, burada olmayabilirdim ama yine de geldin."
Soğuktan kızarmış burnu ve kızarmış gözleriyle bana bakarken elini dağılmış saçlarıma atarak okşadı ve başımı omzuna yasladı.
"Tekrardan beni seçtin Chaeyoung."
Bunu o an anlamamıştım ama sonrasında üzerinde düşündüğümde... Haklıydı, hayatım boyunca dönüp dolaşıp her seferinde onu seçmiştim. Tıpkı o an olduğu gibi.
O gece o sahilde başka hiçbir şey konuşmadık, bazen dans edip bazen sadece oturduk, yürüdük ve denizi izledik. Eskisi gibi aynı yerde.
Herşeyden uzaklaştık, tıpkı birbirimizden yapamadığımız gibi...