~BÖLÜM 22~

30 2 0
                                    


🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀

Perşembe sabahı fırtına bulutları toplanıyordu ve kampüste yağmurlu, berbat bir gün olacağa benziyordu. Şansıma, o gün sadece iki dersim vardı. Bu yüzden çıkmadan önce üzerime kapşonlu bir sweatshirt geçirdim. Şortumu ve par­ mak arası terliklerimi de değiştireyim dedim ama kendimi o kadar derde giremeyecek kadar tembel hissettim.
Sanat dersinden önce kahve almamı ister mi diye Jacob’a mesaj attıktan sonra evden çıktım ve tam merdivenlere yö­ nelmiştim ki Cam’in dairesinin kapısı birden açıldı ve içe­ riden tişörtünü kafasından geçirmekte olan birisi fırladı.
Omzuna kadar inen dağınık sarı saçlarıyla beraber kafa­sı tişörtün yakasından çıkıverdi ve onu hemen tanıdım.
Cam’im kaplumbağasını evden  çıkaran çocuktu bu; ev ar­kadaşı.
Gözlerimiz buluştuğu an esmer yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ve bir dizi bembeyaz diş ortaya çıktı.

“Hey! Seninle daha önce karşılaşmıştık.”

Bakışlarım arkasına takıldı. Kapıyı açık bırakmıştı.

“Evet, sen şu tosbağalı çocuksun.”

Yüzünde anlamadığını gösteren bir ifade belirdi.

“Tosbağalı çocuk mu? Haa.”

Bir kahkaha attı ve kahverengi gözle­ rinin çevresindeki deri kırıştı.

“Sen beni elimde Raphael’le görmüştün, değil mi?”

Başımla onayladım.

“Galiba kendine de Señor Angut di­ yordun.”

Yüksek sesli bir kahkaha daha atıp merdivenleri benim­ le birlikte inmeye başladı.

“O benim sarhoş olduğum za­ manlardaki adım. Diğer günlerde insanlar genellikle beni Ollie adıyla tanır.”

"Señor Angut’tan çok daha iyiymiş.”

Ona gülümsedim ve dördüncü kat sahanlığına doğru döndük.

“Ben de...”

"Avery?”

Gözlerimin kocaman açıldığını görünce bütün dişlerini bana göstererek sırıttı.

“Cam bana adını söylemişti.”

“Ha. Evet... şey, sen nereye...”

“Hey geri zekâlı, kapıyı açık bırakmışsın!”

Cam’in sesi merdiven boşluğunda gürledi ve bir saniye sonra siyah beysbol kepi başında olduğu halde merdivenlerin tepesinde belirdi. Bizi görüp de aşağı inmeye başladığı an yüzünde yarım bir gülümseme belirdi.

“Hey, ne işin var senin benim kızın yanında?”

Benim kız mı? Nasıl yani? Neredeyse merdivenden dü­şecektim.

“Ona nasıl iki isim kullandığımı anlatıyordum.”

“Bak sen?”

Cam kolunu omzuma atınca şaşkınlıktan terliğim diğerinin arkasına çarptı ve sendeledim. Kolu bir anda kasıldı ve beni kendisine sıkıca çekti.
“Hey bebeğim, gidiyordun az daha.”

“Baksana şu yaptığına.”

Ollie basamaklardan aşağı at­ladı.

“Kızı düşürüyordun az kalsın.”

Cam boştaki elini başına atıp şapkasını ters çevirirken kıkırdadı.

“Elimde değil. Çok çekiciyim, ne yapayım?”

"Belki de kokundandır,”

diye lafı yapıştırdı Ollie.

“Bu sa­bah duş aldığını duyduğumu sanmıyorum.”

Cam yalandan bir öfkeyle ona baktı.

“Kötü mü kokuyo­rum Amy?”

“Çok güzel kokuyorsun,”

diye ağzımın içinde geveledim ve yüzüme ateş bastığını hissettim. Gerçek buydu ama. Ha­rika kokuyordu; temiz çamaşır, hafif bir parfüm ve muhte­melen kendi teninin kokusunun bir karışımı geliyordu bur­ numa.

“Yani... fena kokmuyorsun.”

Cam bayağı uzun sayılabilecek bir süre boyunca beni süzdü.

“Derse mi gidiyorsun?”

Merdivenlerden iniyorduk ancak kolu hâlâ omzumdaydı ve bedenimin onunkiyle temas eden tarafı uyuşmuş gibi tatlı tatlı karıncalanıyordu. Bu konuda o kadar... rahattı ki.
Sanki bu onun için hiçbir anlama gelmiyordu ve muhteme­ len de öyleydi. Kızla dün gece nasıl birbirlerine sarıldıkla­ rını hatırladım fakat bana sarılması, biraz...

  Bunu anlatacak kelime bulamadım.

“Amy?”

Cam’in sesi alçalmıştı.
Debelenip kendimi kurtardım ve Ollie’nin yüzündeki gülümsemenin yayılmasını gördüm. Merdivenlerden inme­ ye devam ettim, biraz mesafeye ihtiyacım vardı.

“Evet, sa­nat dersine gidiyorum. Ya siz?”

Cam üçüncü kat sahanlığında rahatlıkla bana yetişti.

“Biz kahvaltıya gidiyoruz. Dersi kırıp sen de bize katılsana.”

“Bu hafta hakkımı yeterince kullandığımı düşünüyo­rum.”

“Ben kendi dersimi kırıyorum,”

dedi Ollie,

“ama Cam’in öğlene kadar dersi yok. O yüzden kendisi iyi çocuk oluyor.”

“Sen de kötü çocuk musun?"

diye sordum.

Ollie’nin sırıtışı bulaşıcıydı adeta.

“Evet, ben çok, çok kötü bir çocuğumdur.”

Cam arkadaşına bir bakış attı.

“Evet, tıpkı yazım ku­rallarında, matematikte, İngilizce’de, kendi pisliğini topla­makta, insanlarla konuşmakta kötü olduğu gibi. Daha da devam edebilirim.”

“Ama ben önemli olan konularda iyiyim.”

"Neymiş o konular?”

diye sordu Cam binadan çıkarken.
Dışarısı hava hafif bir nemle yüklüydü ve bulutlar suyla dolu gibi görünüyordu.
Ollie hafifçe koşturup önümüze geçti ve arkasını dönüp, o sırada geri geri park etmekte olan kırmızı kamyoneti hiç umursamadan yüzü bize dönük halde yürümeye başladı.
Elini kaldırdı ve parmak hesabıyla saymaya başladı. “İçmek, sosyalleşmek, snowboard yapmak ve futbol oynamak.
Bu sporu hatırladın mı Cam? Futbol?”

Cam’in yüzündeki keyifli gülümseme silindi.

“Evet ha­tırlıyorum puşt herif.”

Ollie gülmekle yetindi ve gümüş rengi kamyonete yö­neldi. Başımı kaldırıp merakla Cam’e baktım. Dişlerini sıkmış, dümdüz ileri bakıyordu ve gözleri sanki birer buz parçasıydı. Dönüp bana bakma gereği duymadan ellerini kotunun cebine soktu ve “Görüşürüz Avery,” dedi.Sonra da Ollie ile birlikte kamyonete bindi ve o an hava sıcaklığının Cam’in tavrındaki ani soğumaya ayak uydur­ mak için azaldığına yemin edebilirdim. Ollie’nin Cam’in zayıf noktasına dokunduğunu ve Cam’in de ayrıntıları dile getirecek bir ruh halinde olmadığını anlamak için dahi ol­maya gerek yoktu.
Serin havada ürpererek arabama koşturdum ve içeri gir­dim. Hemen ardından, daha bir saniye geçmeden kocaman, şişko bir yağmur damlası Ön camıma düştü. Geri geri çı­karken gözlerimle otoparkı taradım ve onları gördüm. İkisi de kamyonetin kasasının yanında dikiliyordu ve Ollie gü­lümserken Cam’in yüzünde hâlâ o uzak, katı ifade vardı.
Arkadaşına her ne söylüyorsa, hiç de güzel bir şey olmadığı belliydi.

🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀🥀

Yeni bir bölüm sonuuuu;)

Acaba Cam'in futbolla ne geçmişi varr??






HEP SENİ BEKLEDİM ( Aşk Serisi 1#) ( TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin