Hawai bu gece oldukça sıcaktı. Kiraladığım arabayı otelin önünde durdurdum. Arabadan inerek anahtarı valeye teslim ettim ve içeri girdim. Otel çok rahat ve konforluydu. O kadar çok yorulmuştum ki bir an önce odama çıkıp uyumak istiyordum. Zaman kaybetmeden resepsiyona gittim ve odamın anahtarını aldım. Bavulum ve sırt çantamı içeri getiren görevliyle birlikte asansöre bindim. Asansör 10. katta durdu. Görevli bavulu ve sırt çantasını bana teslim ederek odamı gösterdi. Içeriye girdiğimde gözüme çarpan ilk şey manzaraydı. Tanrım! Bu büyüleyiciydi! Odanın kapısını kapatarak devasa cam kapıya yaklaştım. Balkona açılan kapıdan geçtiğimde yüzüme vuran ılık rüzgar beni rahatlatmıştı. Şehrin ışıkları mükemmel bir manzara sunuyordu. Burada harika vakit geçireceğimi şimdiden anlamıştım.
....
Piyano çalmayı bırakarak ayağa kalktım ve pencereye yaklaştım. Paul hala gelmemişti. O bavulla nereye gitmişti ki?! Yoksa sonunda onu da korkutup kaçırmayı başarmış mıydım? Eğer öyleyse şu an zaferle gülümsemem gerekiyordu. Fakat bunu yapmak istemiyordum. Üzülmüş müydüm? Ne hissettiğimi tam olarak bilmesem de mutlu olmadığım ortadaydı. Salazar'ın omzuma konmasıyla bir an irkildim. Ardından rahatlayarak onu okşadım. Sanırım bu ölümsüz ve sonsuz cehennem hayatımda beni asla terk etmeyecek olan tek kişi Salazar'dı.
....
Günün ilk ışıklarıyla kalkmıştım ve kısa sürede eşyalarımı yerleştirip üzerimi değiştirmiştim. Kaybedecek vaktim yoktu. Odama gelen kahvaltıyı balkona çıkartmıştım ve manzara karşısında kahvemi yudumlamanın keyfini sürmüştüm. Çok iyi hissediyordum. Bu kaçamak bana şimdiden çok iyi gelmişti ve günün devamında da aynı şeyi savunacağımı biliyordum.
Kahvaltıdan sonra otelden ayrılarak müze olarak kullanılan Lolani Sarayı'na gitmek üzere yola çıktım. Saraya vardığımda müzeyi gezmek isteyen bir sürü insan görmeyi bekliyordum fakat burada kimse yoktu. Arabayı park ederek yavaş adımlarla sarayın bahçe kapısına yaklaştım. Kapıyı ittiğimde kilitli olmadığını fark ettim. Açılan kapıdan içeriye girerken oldukça şaşkındım. Güvenlik yok muydu yani?
"Merhaba! Kimse yok mu?!"
"Merhaba!"
Arkamdan gelen ses beni korkutmuştu. Sesin sahibi yaşlı ve tuhaf bir kadındı. Saçlarında tek siyah tel bile yoktu. Beyaz saçlarını kapatan büyük bir şapkası vardı. Ciddi ve hoş görünen siyah bir takım giymişti ve parmakları yüzüklerle doluydu.
"Bayım sizi korkutmuş olmalıyım."
"Ah evet sorun yok. Burası Lolani Sarayı değil mi?"
"Evet. Bu doğru!"
"Buranın bir müze olduğunu sanıyordum fakat kimse yok."
"Burası bir müze evet ama bu kadar erken saatlerde ziyaretçi gelmez."
"Peki ya güvenlik?"
"Onlar da henüz gelmedi."
"Bu biraz tuhaf. Peki siz kimsiniz?"
"Janet Lady Glamis. Yani sizin tur rehberiniz."
....
Sinir bozucu bir sessizlik eşliğinde duvarlardaki tablolara bakıyorduk.
"Bu tablo Kral Brian ve eşi Kraliçe Amanda'nın gösterişli düğününde ünlü bir ressam tarafından çizildi. Düğün oldukça ihtişamlıydı!"
Yaşlı kadının bunları yaşamış gibi anlatması ilginçti ve kulağa biraz komik geliyordu.
"Sıradaki tablo güzeller güzeli prenses Patricia'ya ait."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kötülüğün Dansı
FantasyHer şey bir dansla başlamış ve bir dansla bitmişti. Kötülüğün dansı Patricia'nın hayatını hiç ummadığı bir şekilde değiştirmişti.