_5_

117 16 1
                                    

"Duuuuur!"

Yattığım yerde hızla doğruldum.

"Aman Tanrım. Sadece kabusmuş."

Derin bir nefes alarak rahatladım. O sırada kapı çaldı. Sabah sabah kimdi böyle? Dolandığım battaniyeden kurtularak ayağa kalktım. Sarsak adımlarla kapıya ulaştım ve kapıyı açtığımda karşımda tanımadığım elli yaşlarında bir kadın vardı. Elindeki üstü bir örtüyle kapalı olan tepsiyle içeri dalarak mutfağa gitti. Arkasından bakakalırken bunun ikinci bir kabus olup olmadığını düşünmeye başladım.

"Buraya gel evlat!"

Kadının beni çağırdığını duyunca kapıyı kapatarak mutfağa gittim.

"Ben Martha. Dün Boris'le tanışmışsınız. Ben de gelip seninle tanışmak istedim."

"Ben Paul Clark memnun oldum." diyerek tepsiye baktım.

"Senin için kek ve çay getirdim. Taze taze yersin."

Örtüyü açtığımda kekin nefis kokusu burnuma doldu.

"Teşekkür ederim ne gerek vardı?"

"Olur mu öyle şey! Hiç önemli değil. Ben artık gideyim. Sana afiyet olsun."

Tekrar teşekkür ederek yaşlı kadına kapıya kadar eşlik ettim. Daha sonra mutfağa giderek yemek masasına oturdum ve kekleri yemeye başladım. O kadar güzel olmuştu ki çay olmasaydı boğuluyordum. Son bir kek kalmıştı ve midem tıka basa dolmuştu. Son dilimi alarak ayağa kalktım ve üst kattaki odama çıktım. Pencereyi açarak keki mermere ufalayacaktım ki nerden çıktığını bilmediğim korkunç bir karga keki kaptı ve o korkunç evin penceresinden içeri girdi. Ne yani o yaşlı kaçık evinde karga mı besliyordu? Bu yaşlı kadın gerçekten delirmiş olmalıydı. Gözlerimi devirerek aşağı indim ve ortalığı toparladım. Ardından yanıma bir miktar para alarak evden çıktım. Nakliye aracı ile buraya gelirken yakınlarda bir süpermarket görmüştüm. Vakit kaybetmeden marketin yolunu tuttum. Hava çok sıcak ve bunaltıcıydı. Yaklaşık yirmi dakika sonra markete ulaşmış ve klimanın o cezbedici soğukluğuna kavuşmuştum. Kendime bir alışveriş arabası aldıktan sonra markette gezinmeye başladım. Kahvaltı ve yemek için birçok ürünü arabaya doldurduktan sonra birkaç abur cubur ve temizlik malzemesi de alarak kasaya gittim. Ödemeyi hallettikten sonra marketin ferahlığına veda ederek dışardaki cehennem sıcağına yeniden merhaba dedim.

Sonunda eve ulaştığımda terden sırılsıklam olmuştum. Hızla paketleri yerleştirdim ve kendimi duşa attım. Soğuk su beni epey rahatlatmıştı. Duştan çıkarak üzerime bir eşofman ve tişört geçirdim. Ardından tekrar mutfağa inip kendime kahve yaparak odama geri çıktım. Pencerenin önündeki çalışma masama kahve bardağını bıraktım ve bilgisayarımı da alarak çalışma masasına yerleştim. Kahvemden bir yudum alarak bilgisayarda kendime boş bir sayfa açtım. Şimdi beynimi zorlamalı ve yaratıcı olmalıydım. Polisiye bir romanın olmazsa olmazı cinayetti. Düşünceler beynimi ele geçirirken parmaklarım klavyede gezinmeye başlamıştı bile.

Yağmur betonu dövmek istercesine hızla yağarken gök tüm şiddeti ile gürledi. Islak yolda ritimli adım sesleri yankılanıyor genç kız arkasına bakmaya cesaret edemiyordu.

....

Neredeyse öğlen olmuştu. Romanın yapısı az çok oluşmuştu ve ben de yorulmuştum. Bilgisayarın başından kalktım ve aşağı indim. Mutfağa gidip yemek yapsam iyi olurdu çünkü acıkmaya başlamıştım.

Mutfakta geçen bir saatin sonunda bol domates soslu bir makarna yapmıştım. Kendime bir tabak koyarak odama geri çıktım. Bir yandan yazdıklarımın üstünden geçiyor diğer yandan makarnamı yiyordum. Birden vücudumu korkunç bir his sardı. Nedenini bilmediğim bir şeyden dolayı rahatsız olmuştum. Kafamı kaldırıp camdan dışarı baktığımda ise bunun sebebini anlamıştım. Yaşlı kadın penceresinden beni izliyordu. Onu görmemiştim fakat perdeyi tutan eli her şeyi eleveriyordu. Oturduğum yerden usulca kalktım ve kafamı pencereden dışarı çıkardım. O anda kadın elini perdeden çekti. Bu kadarı da fazlaydı! Beni gizlice izlemek de ne oluyordu böyle?!

"Hey! Seni gördüm yaşlı bunak!"

Söylediklerimden sonra pencere hızla kapandı. Öfkeyle aşağı indim ve evden çıktım. Bu komşuyu tanımanın zamanı gelmişti. Hızlı ve kararlı adımlarla kapısının önüne geldim ve kapıya sertçe vurmaya başladım.

"Bayan kapıyı açın yoksa sizi polise şikayet edeceğim. Resmen beni taciz ediyorsunuz!"

Kapı hala açılmamıştı. Etrafıma baktığımda tüm insanların pencereden beni izlediklerini fark ettim. Öfkem daha da artıyordu.

"Lanet olası yaşlı bir kadından neden bu kadar korkuyorsunuz?!!"

Belki bu cümleyi kurmamalıydım fakat iş işten geçmişti. Hava birden karardı ve sert bir rüzgar esti. Daha az önce kavurucu bir güneş varken şimdi havanın böyle olması normal miydi bilmiyordum ama bir tuhaflık seziyordum.

Havayı incelemeyi bırakıp eve baktım. Kapıyı çalmak için tekrar elimi kaldırdığımda evden bir çığlık sesi geldi. Kulağımı kapıya dayayarak daha iyi duymaya çalıştım. Korkunç çığlıklar ardı ardına sıralanırken gök gürüldedi ve yağmur yağmaya başladı. Islanmak istemiyordum bu yüzden bu deli kadını boşvererek evime koştum. Onunla daha sonra görüşecektim.

Eve geldiğimde hızla odama çıktım ve pencereyi kapattım. Buna rağmen çığlık seslerini duyabiliyordum. Neden çığlık atıp duruyordu k?! Beni korkutmaya çalışıyorsa bunu beceremeyecekti.

....

Gözyaşlarımı durduramazken vücudumda hissettiğim acı yüzünden bir çığlık daha attım.

"Yeter!!"

Acı bir türlü geçmiyordu. Her yerimde hissediyordum. Artık dayanılacak gibi değildi. Yere çöktüm ve bu şiddetli acının bitmesini bekledim. Gözümde akacak yaş kalmamıştı. Sonunda acı hafifledi ve yavaş yavaş yok oldu. Sımsıkı kapattığım gözlerimi açarak kan içinde kalmış vücuduma baktım. Yaralarım bir bir kapanırken güçlükle ayağa kalktım ve banyoya gittim. Isınması için suyu açtım ve üzerimdekileri çıkardım. Her yerim kanla kaplanmıştı. Bundan nefret ediyordum. Suyun altına girdiğimde yere oturdum ve tekrar ağlamaya başladım. Kanlar suya karışıp aktı. Bu acıyı çekmemin sebebi yüzyıllar önce bana yapılan büyüydü. Ben sadece insanların beni sevmeyeceğini düşünüyordum fakat Valery o kadarıyla bile yetinememişti anlaşılan. Birinin bana nefret beslemesi her yerimde yara açıyordu. Nefretin şiddeti ne kadar büyük olursa çektiğim acının şiddeti de o kadar artıyordu. Bunu hemen anlayamamıştım fakat zamanla neyin buna yol açacağını bulmuştum. Ne zaman birine kötü davransam ve onu sinirlendirecek bir şey yapsam bu yaralar açılıyordu. Anlaşılan o adamın da sinirlerini bozmuş benden bir an için nefret etmesini sağlamıştım. Şu an siniri yatışmış olmalıydı çünkü artık acı çekmiyordum.

Düşünmeyi ve ağlamayı bıraktım. Ayağa kalkarak ilk önce vücudumu sonra uzun siyah saçlarımı yıkadım ve banyodan çıktım. Odama gidip geceliğimi giydim ve saçlarımı taradım. Evin içinde uçup duran Salazar odama gelerek yatağıma kondu. Salazar'ı iki yıl önce kapının önünde yaralı halde bulmuştum. Aynı benim gibiydi. Çaresiz. Bu yüzden onu eve alarak iyileştirdim. O benim tek dostumdu ve sanki beni anlıyordu. Onu yatağın üzerinden alarak başına bir öpücük kondurdum. Simsiyah tüylerini okşadım. O kadar anlamlı bakıyordu ki bazen onun bir karga olduğunu unutuyordum. Salazar elimden uçup giderken ben de odamdan çıktım ve merdivenlerden aşağı indim. Burası benim salonumdu. İşlemeli siyah koltuklar ve kocaman bir piyanodan başka bir şey yoktu. Her şey siyahtı. Perdelerim hep kapalı dururdu. Evimi aydınlatan tek şey mumdan kocaman bir avizeydi. Aynı zamanda çoğu yerde mumlar vardı.

Dünya o kadar çok değişmişti ki evler bile artık küçük ve sadeydi. Bu evi özel olarak yaptırmıştım. Burası diğer evlerin aksine malikane tarzında bir evdi ve Salazar'dan sonra sahip olduğum ikinci şeydi. Kimse beni sevmediği için doğal olarak hiç arkadaşım olmamıştı. Zaten dışarıya çok nadir çıkardım. Genelde gece vakti çıkardım ve kimse beni görmezdi bile. Dışarda çok değişik şeyler görürdüm ve ilgimi çekerdi. Bunlardan biri arabaydı. İnsanlar içine girip onu sürüyorlardı ve araba ses çıkarıyordu. Çok değişikti. Artık hiçbir yerde eskisi gibi at arabaları yoktu.

Salonun ortasında duran piyanonun yanına geldim ve elimi tuşlarında gezdirdim. Canım sıkıldığında yaptığım şeylerden biri de piyano çalmaktı. Hatta bazen şarkı bile söylerdim. Yine piyanonun başına oturarak çalmaya başladım. Bugün olanlardan sonra beni ancak bu rahatlatabilirdi.

Kötülüğün DansıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin