“Buna ne diyorsun?”
John'la aldığımız son bilgi ışığında dosyayı toparlamaya ve ufak da olsa bir ipucu yakalamaya çalışıyorduk. Son kurbanın otopsisi daha yapılmadığı ve kimliği henüz keşfedilemediği için bir taraftan da onu bekliyorduk.
“Adamın medyumluğundan haberimiz olmaması normal. Bunu sır gibi saklıyormuş. Gözümüzden bunun kaçması ise tam bir başarısızlık örneği” işte benim içimi sıkan en çok da buydu.
“O kadar da haksızlık etme. Tamam bunu atlamış olmamız kötü ama nasıl bilebilirdik ki kurbanın ne evinde ne de muhasebecilik yaptığı banka da bununla alakalı bir şeyler vardı. Tamamen normal görünüyordu”
“Yani sende bu işin normal olmadığını kabul ediyorsun?”
“Neyin? Medyumluğun mu?”
Ortağımın ve can dostumun düşündüğünü görüyordum nedense bu konuyla ilgili vereceği cevap benim için önemliydi
“Bilmiyorum dostum. Yani annemlerin tarafında şifacılık vardır ve buna inanırlar yani ruhlarla görüşmeye falan. Ben olaya daha gerçekçi bakıyorum sanırım”
Bu beni rahatlatmıştı “İyi bunu duyduğuma sevindim”
John ayaklandı birden “Hadi gidip bir şeyler içelim. Kafamızı dağıtıp biraz uyumaya çalışalım”
Ona hak vermemek elde değildi.
Ama yanaklarımı şişirip nefsimi sinirle ve yorgunlukla vermemek de elimde değildi.
“İyi hadi çıkalım. Saat ona geliyor baksana” aslında tam olarak yirmi bir kırk altıydı.
Odacığımızdan çıkarken diğer çalışan polislerin masalarına, koridorun canlılığına baktım. Soluk flörasan ışıklarının altında üniformalı ya da formasız bir dolu insan koşuşturuyordu.
Girişe, bekleme bölmesinin olduğu yere gelince, gece hayatının alışıldık simaları süslüyordu bu seferde, file çorabı kaçmış, mini etekli edebi en sona saklamış kadınlar, oturduğu yere kusmasın diye aceleyle çöp kutusu bulmaya çalışan memura zorluk çıkaran bağımlılar, zengin sarhoş çocukların araba yarışı yaparken yakalandığında olduğu gibi ağlayan kızlı erkekli ergen gençler.
Burası her zaman yaşayan hastanelerden sonra ki tek yerdi. Bu da benim yaşadığımı hissetmeme sebep oluyor, rahatlatıyordu.
Durağınlık hiçbir zaman bana göre olmamıştı zaten.
Çıkışa kadar etrafıma bakınarak bir sorun çıkaran olursa müdahale edebilmek adına tetikte gittikten sonra arabalara atlayıp merkezin yakınında ki bara girdiğimizde bu zamanların bizim için en rahatlatıcısı olduğunu biliyor ve buna değer veriyordum.
John’la ikinci biramızı yudumlarken
“Aslında teğmen haklı! Bu olay basına yansıdı mı bittik. İş iyice büyüyecek”
“Bilmediğimi mi sanıyorsun? Üstüne bir de kopya cinayetler çıkacak” Sinirle aldığım son yudumla “O köpek balıkları bunun kokusunu almadan bir şeyler bulmak zorundayız”
“Öyle”
John o çok derin düşündüğü zamanlarda olduğu gibi uzaklara daldı.
Bende durumu düşünüp hiç aklımdan çıkmayan dava dosyasını tekrar gözümün önüne getiriyordum.
Ted Lincoln ile olan görüşmemizin ardında acilen çağrıldığımız teğmenin odasında tüm olaya yaklaşımımız ve daha hızlı yol almamız için neler yapabileceğimizi tartışmıştık.
Ne yazık ki kız hakkında bir şeyler elde etmeden çok da fazla elimizden bir şey gelmiyordu. Hatta hiçbir şey!
John Ronaven her çıkmazımızda yaptığı gibi konuyu değiştirip buna bir ara verdiğini belirtmiş oldu.
Fakat bunu, sorulmak için geç kalınmış bir soruyla yaptı “Bu akşam randevun falan yoktu, değil mi?”
Derin bir iç çektim kafam buraya gelmeye, dosyadan uzaklaşmayı reddediyordu “Hayır”
“İyi neyse. Gidip şu uyku işini bir denesek ikimiz içinde iyi olacak”
Son bir etrafı taradım merkeze yakın olması sebebi ile polis barı olarak bilinen koca Mike’ın yeri salaş ama derli toplu, loş bir mekandı.
Amaç, gelenlerin rahat etmesi ve eve tüm şehrin kirinden ve dehşetinden habersiz masum ailelerine dönmeden önce polisleri rahatlatmayı düşünülerek tasarlanmıştı. Fazlada bir şey gerekmiyordu aslında, sessizlik, bira ve yavaş müzik o kadar.
Koca Mike da emekli polis olarak tüm bunları sağlıyordu.
Barın arkasında lakabına uyan göbeğiyle yeni gelenlerin birasını dolduran Mike'a selam vermek için çıkmadan uğradık
“Heyy çocuklar nasıl gidiyo?” yaşlı kurtun suratımızdan her şeyi okuduğuna adım gibi emindim.
“İyidir Mike. Sen nasılsın?”
“Ben iyiyim. Emekliyim daha ne olsun. Ama sizin sıkı bir uykuya ihtiyacınız varmış gibi görünüyor. Hadi evlerinize beyler bu siyah adamda size daha fazla bira yok”
“Biz de çıkıyorduk zaten. Yarın görüşürüz Mike” John çıkışa doğru yönelmişti bile.
Mike bara benim olduğum tarafa göbeğinin el verdiğince eğilip “Her şey bazen sakince ve sessizce kafanı boşalttığında daha net görmeni sağlar evlat”
“Evet bende öyle olmasını umuyorum. Her şey için saol.”
Sonra alayla eklemeden duramadım “Uyku şifanın kardeşidir değil mi?”
Mike’ın kahkahaları arakamızdan gelirken biz bardan çıkıyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMBER
ParanormalHayatı boyunca psişik güçleriyle yaşamak zorunda kalan genç kız, güvendiği, bildiği tek yeri hayatını cehenneme çeviren katili yakalamak için terk eder. Ona inanmayan genç dedektifle yolları kesiştiğinde işler iyice ilginçleşmeye başlar. Pe...