Yılların verdiği tecrübeyle polislik içgüdüme karşı gelerek daha fazla soru sormadan onu kollarıma aldım. Artık o kadar da savunmasız ve küçük görünmese de benim için hala biraz kendinde değil gibiydi yine o beni telkin ediyordu
"Eric iyiyim, bırak size her şeyi anlatayım"
Bu ilk önce kulağa mantıklı gelse de "Olmaz. İstersen önce bir hastaneye gidelim" endişe etmekten kendimi alamıyordum
"Saçmalama, buradayım ve iyiyim işte" koltuktan kalkamadığını saymazsak iyiydi. Kimi kandırıyordu ki?
"Evet, o kadar iyisin ki eminim çok sıkışmış olmana rağmen tuvalete gidemiyorsun"
Hafif yanaklarındaki kızarıklıkla bana yine de sinirle bakmayı başardı "Nereden biliyorsun sıkıştığımı?"
"Uyandığından beri üç litreye yakın su içtin ayrıca yaklaşık on beş saattir uyuyorsun. Bunlar yeterince açık kanıtlar"
"Her neyse, birazdan bedenimde kendini toparlar bu kadar endişe etme artık. Hem bak ilk anda ki gibi değilim. Sesim daha net daha normal çıkıyor"
Amber'e hak vermek durumundaydım. Sesini ilk duyduğumda iliklerime kadar irkilmiştim. Sanki başka bir boyuta açılan kapılardan gelen hayalet tarafından ele geçirilmiş korku filmi kahramanı gibiydi sesi. Ama dönüp onu uyanmış gördüğümde korkuların anında yok olmuş, müthiş bir rahatlama bu sefer tamamıyla beni ele geçirmişti.
Ona inanmak ve tecrübelerine güvenmek zorundaydım, bu olayları defalarca yaşayan kendisiydi. Onun için uyandığından beri ve uyurken de çoğunlukla yaptığım gibi kalçalarımız bitişik yanında otururken sordum "Peki, konuş bakalım durumumuz nedir? En önemlisi de kurbanların ortak noktası"
Derin derin soluyup boğazını temizledi. Yaşadıklarının kolay olmayacağını zaten biliyordum, aynı bir vahşete tanık olmuş biri gibi davranıyordu ki bunu düşünmek bile bana komik ve yetersiz geldi. O tanıklıktan çok daha fazlasını yaşıyor duyguları da o vahşete maruz kalıyordu.
Konuşmaya başladığında daha tek düze bir haldeydi "Kızı nerede tuttuğunu bilmiyorum. Yani bu konuda ne yazık ki söyleyebileceğim tek şey diğerlerini öldürdüğü mekanlara çok benzemediği ama unutmayın bu onun manipülasyonu da olabilir. Sonuçta orada onun yarattığı dünyadaydım"
John yine iyi ve sessiz bir gözlemci olarak ilk defa lafa girdi "Onun ortamıysa gerçekten o olduğunu nasıl biliyorsun? Yani seni bu konuda da yanıltmış görmek istediklerini göstermiş olamaz mı?"
Amber ona hak verircesine başını salladı ve günlerdir gördüğüm o değişik, kolaylıkla rastlanamayacak renkte olan kahvenin en açık tonuyken, şimdi yaşadıklarının kanıtıymışçasına sararan ve birer boncuk gibi parlayan gözlerini ortağımınkilere dikti. O anda John'un şaşkınlıkla sıçradığını aynı anda başarılı bir şekilde hemen toparlandığınıda gözlerimle gördüm
"Haklısın, yapabilirdi. Beni kandırmak kendisi ile veya kişilerle ilgili beni daha çok manipüle edebilirdi ama yapmadı çünkü tüm bunlar onun için bir mezuniyet nişanesi. Kimin daha iyi olduğunu kanıtlamanın yolu. Egosunu şişirmenin ve beslemenin tek şartı. Eğer endişe ettiği bir şeyler olduğunu gösterirse bu onu zavallı göstereceği için bunu yapamayacak kadar kibirli. Ama yapacak hem de çok büyük bir hata yapacak, belki yapmıştır bile" son cümlesinde bana bakıyordu. Onun inancı ve umudu beni de sarmıştı. Ama sorulması gereken çok daha önemli bir konu vardı şuanda tam bunu ona yöneltecekken John "Onu gördün mü?" diye hevesle sordu
"Tam olarak değil. En sonunda ortaya çıktığında tek gördüğüm devasa bir beden ve boğa kafasıydı. Sinirli bir boğa kafası. Çok sinirli!" bunları söylerken nedenini anlamasam da mahcupça ikimize de bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMBER
ParanormalHayatı boyunca psişik güçleriyle yaşamak zorunda kalan genç kız, güvendiği, bildiği tek yeri hayatını cehenneme çeviren katili yakalamak için terk eder. Ona inanmayan genç dedektifle yolları kesiştiğinde işler iyice ilginçleşmeye başlar. Pe...