Bölüm 23

684 75 0
                                    

         “Yapacağım şey aslında uykudan çok bir trans hali. Ama sana uyuyor gibi görüneceğim”

Yapacaklarını bana anlatırken o kadar rahat ve sakindi ki benim paniğim dışında hiçbir sorunumuz yoktu sanki. Sanırsın market alışverişine gideceğinden bahsediyor bana da listeyi anlatıyor gibiydi. Öpüşmemizden sonra hemen bu işi bitirmek istediğinden bahsedince aramızda ki alev yerini benim şaşkınlığıma ve endişeme bırakmıştı. Onu öpmek aslında bunu yapabilmiş olmam benim için o kadar değerli ve heyecanlıydıki ama bundan bahsedememiş yada uzatamamıştık. İşin açıkçası bu beni biraz üzmüştü. Şimdi de inadından vaz geçmemiş katili bulmak için bütün gücünü kullanarak dahi olsa kendini riske atıyordu. Ona yardımcı olup ve her aşamasında destek olmak dışında elimden bir şey gelmeyeceğinden dikkatle yapabileceklerimi dinliyordum.

“Peki ters bir şey olursa?”

“Olmaz! Olmaması için elimden geleni yapacağım” durdu ve gözlerime dikti bakışlarını “Ama olursa da bunu anlaman çok güç olur çünkü dediğim gibi ben sana göre uyuyor olacağım”

“Bunun anlaşılması mümkün değil mi? Saçmalık, kendini tamamen riske atmış oluyorsun” bunu bir türlü beynim kabul edemiyordu işte

“Ancak başka bir psişik beni bu sırada gözlemleyebilir. Ee burada da öyle biri olmadığına göre”

İçim bir kötü olmuştu cidden. Bu böyle olmamalıydı, o bana yapacaklarını açıklarken, ben bir şeyler düşünmeye bir çıkış bulmak için çağresizce çabalamaya devam ediyordum.

“Trans halindeyken en önemlisi şiddetli bir sese veya darbeye maruz kalmamam! Çünkü bilincim bedenimin burada olduğunun farkındalığını yaşar ve dönmeye kalkar da o anki durumu ve şartları da buna uymazsa iki arada kalır ve bilincim kendini kapatır. Yani küçük bir ihtimal ama en azından böyle bir tehlike var” sonunu beni avutmak için söylediğinin farkındaydım

“Amber bunu başka bir şekilde çözemez miyiz?” son olarak şansımı denemeye çalışıyordum

Şefkatle yanağıma dokunması ve gözlerin de ki o parlama beni o kadar derinden sarstı ki bir anda nutkum tutuldu

“Bunu yapmam gerek. Biliyorsun, o kıza yaklaşabilir hata belki bulabilirim bile. Diğerleri ile şansım bu kadar yüksek olmazdı ama Ella, o bir ‘aracı’ onu bulabilirim”

“Haklısın, biliyorum ama seni riske atmak zor geliyor”

“Merak etme iyi olacağım”

“Başka yapabileceğim bir şey var mı?”

“Hayır. Aslında…” çantasını karıştırıp telefonunu çıkardı ve bana uzattı “Buradan bir şey olursa Dr. Lenny’i arayabilirsin. O sana yol gösterir”

“Lenny, bu enstitüde ki doktor değil mi?”

“Evet. Sana destek olup, yol gösterir”

Bunlara gerek kalmayacağına beni inandırmasını istiyordum. Ama bunun saçma olduğunu biliyordum. Güvenliğin ve yedek planının önemini benden daha iyi bilen biri olamazdı herhalde. Amberde doğru olanı yapıyor her duruma karşı olabildiğince beni hazırlıyordu

Geniş koyu kahve koltuğa uzandığında orada o kadar küçük ve çaresiz kaldı ki onu kapıp kaçırmak istedim. Ellerini karnında birleştirdi

“Beni hiçbir koşul altında uyandırmaya çalışma. Sadece bekle. Uyandığımda çok yorgun ve huzursuz olacağım. Bir de susamış”

“Tamam. Başka?”

Tek elini uzatıp benimkini yakaladı ve sıktı “Merak etme. Bir şeyler öğrenip döneceğim”

 “Biliyorum. Bana dönmeni bekleyeceğim” hayatımda ilk defa bunu hissediyordum, birinin bana dönmesine ihtiyaç duyduğumu. Ve o da bu karşımda ki olağanüstü kızdan başkası değildi.

“İşte daha önce sana dediğimde buydu. Benim gelmemi o kadar istiyorsun ki, yolumu kaybetsem bile senin enerji dalgan bana rehber olabilir. Onun için bu kadar çok merak etme artık”

“Bu iyi geldi” elimi bıraktığında yanına oturum dudaklarına hafif bir öpücük kondurdum “Dikkat et”

“Her zaman” gülümsedi ama bu kadar yakından bakınca gözlerinde ki endişeyi görebiliyordum. Bunun orada göreceklerinden olduğunu mu veya dönememe korkusunda mı olduğunu bilemiyor artık soramıyordum da çünkü yola çıktığını hissediyordum. Yanımdan yavaşça ayrıldığını nasıl bilmiyorum ama biliyordum. Tek bir noktaya odakladığı gözleri artık burada benimle bu odada değildi.

Sonra birden demir büyük bir kapının sert bir rüzgarda savrulması gibi ani ve şiddetle gözlerini kapattı.

                                          *****

     Karanlığın içinde uyandım. Etrafımda bir şey görebilmek umuduyla bakındım. Eric’e seslenmek istiyordum ama sanki boğazım kumla doldurulmuş gibi kuru ve pütürlüydü. Onun için konuşmaya çabalamadım bile. Burayı biliyordum, gözlerimi kısarak baktığımda Eric’in salonunu tanıdım, o feminenlikle alakası olmayan buram buram erkek kokan salonu. Ama bir fark vardı yattığım yerden kalkmak için çok çaba harcamam gerekti. Sonunda başardığımda bedenimin tonlarca ağır olduğunu hissettim. Her şey, her yer o kadar karanlıktı ki sanki koca siyah bir bataklık beni içine çekiyor gibiydi. Neden böyle hissediyor, böyle görüyordum ki? Kafam karışmıştı. Eric neredeydi acaba?  Onu düşünmemle tüm karanlığı yaran kırmızı bir çizgiyi hayal meyal görmem bir oldu. Bir ışık düğmesi bulmayı düşünürken tüm bunların madde dünyadan ne kadar uzak haller olduğunu fark etmem ve neden burada olduğumu hatırlamam bir oldu. O anda Eric’i görerek tüm kafamdakiler pekişmişti. Elinde ince bir battaniyeyle merdivenlerden iniyordu, kırmızı ip oydu, onun enerjisi. Elindekiyle geldiği yeri takip edince kendi bedenimle karşılaştım. Eğildim ikisine baktım ama farkımda değildi ve bende huzur içinde uyuyor görünüyordum. Bu iyiydi işte. Erc’in üzerimi örtmesini hasretle izledikten sonra onun burada ki renginin frekansını belleğime kaydedip yavaşça yol aldım. Her zaman boyutlarda çıkmak istediğiniz yerde bir kapı bulmanız gerekirdi. Burada ki de bu evin kapısı olacaktı, her bir adımımla bedenimden uzaklaşmamla burada ki frekans bedenim özgürleşiyor, madde bedenimin çekiminden kurtuluyor ve dolayısıyla bataklıkta batma ağırlığı da üzerimden kalkıyordu. Sonunda kapıya geldiğimde arkama baktım. Eric’in güçlü yapısını ve haşin yüzünü hafızama kazıdım. Hoş, yanımda oturmuş bana bakarken pek öyle haşin değil daha çok endişeli görünüyor, gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Buraya, ona dönebilmeyi tüm kalbimle arzu ederek kapıyı araladım, önüme döndüğümde renklerin otobanını beni bekler buldum.

Adım atmadan önce madde beden şartlanmasıyla derin bir nefes alıp kendimi parlak renkler dünyasına dikkatlice sallandırdım.

   Uçmak gibi bir duyguydu. Burada sadece frekansların olduğu yerde insan kendini özgür ve rahat hissediyordu. Tabi benim aradığım bu rahatlık değildi, öyle olsa buranın rahatlığına ve rehavetine kapılır sonunda dönmeyi unutabile bilirdim. Burada boş boş gezen ruhlara katılır, beş saniyelik hafızalılar gibi kendimi kaybedebilirdim. İşte Eric’e bahsetmeyi bilerek unuttuğum handikaplardan biri de buydu. Bunu ona anlatmam yalnızca onun endişesini arttırır başka da bir işe yaramazdı. Etrafa bakmadan devam ettim. Bakacak olsam buranın huzuru beni kendine çekebilirdi. Aradığım enerjinin renkleri morun farklı üç tonu olduğundan sadece gözlerim ona odaklandı.

Artık yürüyor muyum, uçuyor muyum, bedenim veya bir formum var mı, bilmeden sadece yol alıyordum. Sürecin ne kadar sürdüğünün de farkında değildim. Sadece bilincimden sürekli o mor renkleri gözümün önüne getiriyor ve ona odaklanıyordum. Sonunda hedefimi bulacağımı biliyordum. Geçtiğim yerlerde hissettiklerim o kadar rahatlık vericiydi ki vaz geçip biraz zaman geçirmem için beni kandırmaya çalışıyordu.

Ne kadar zaman geçti bilmem, sonunda onu gördüm. Titreşen ve burada ki diğerlerine tezat huzursuz morluklar. Ufukta odaklandığım nokta da o morlukların üzerine kendi alevini katmış bir siyah beni gelmemle tehdit ediyordu. Hızla oraya gitmek istediğim de tüm bilincim sarsıldı, kulaklarıma dolan kalın erkek sesiyle bir anda karnıma şiddetli bir darbe almış gibi acıyla gerildim

“Ben de seni bekliyordum Amber!”

AMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin