Sizin tarafınızdan yeni bölüm için herhangi bir yorum gelmediği için bu bölümcağız, birkaç haftadır öylece duruyordu. Ani bir istekle artık yayımlayayım dedim, bölüm yayımlamayı özlemişim.
Bölüm fotoğrafında Liverpool Limanı olan Albert Dock var.
Bir sonraki bölüm muhtemelen LYS sınavından sonra gelir, oylarınız ve yorumlarınızla bu süreci hızlandırabilirsiniz belki :) İyi okumalar.
"Bırak, ben halledeyim." diye fısıldadı Edmund.
Colin ona o başından çıkan dumanların arasından kısa ve net bir bakış atmadan duramadı.
Kulağına eğildi, Edmund. "Bir gün kendi ellerinle onu bana vereceksin ve ben zevkle icabına bakacağım." diye fısıldadı tekrar.
"O gün... Görüşürüz." Gözleri kapının dibindeki kardeşine ulaşınca yeniden donup kaldığını hissetti. Bu saatte tek başına dışarıda ne işi vardı? Gecenin bir vakti? Dişlerini sıkmaktan çenesi ağrımıştı ama algılarının hepsi gördüklerini algılamak üzere harekete geçmişti. Gerçi pek işe yaradığını söyleyemezdi. Mike denen herif, kolunu Belinda'nın çenesinin altına koymuş, baskı yapıyordu. Colin bunu idrak edemiyordu. İlk gördüğünde, Ken onları içeri almış ve tekrar Mike'ın tehditleri karşısında salonun ortalarına gerilemişti. Colin salona fırladığında; dayısını, en yakın arkadaşını ve en yakın sayılabilecek diğer arkadaşını salonun ortasında yan yana dikilirken bulmuştu. Mike da kapıyı kapatmış ve sırtını dayamıştı. Kapı arkasındayken, önünde de Belinda sıkışmış ve canı yanmış bir vaziyetteydi.
"Rebecca." derken aksanı çıldırmış vaziyetteydi. İçmişti. Dışarıdan pek belli olmasa da aşırı dozda kafayı bulduğu belliydi.
Rebecca öz babasına Colin'in arkasından attığı bakışlarını durdurdu ve gözlerini yumdu. Bu adam kimdi ki? Rebecca'ya hiçbir şey yapamazdı. Belki de... diye düşündü. 'Yapabilir.' diye bitirdi düşüncesini. Ama Belinda Ower'dan daha değerli olmadığıma kalıbımı basarım. "Sakin ol, ihtiyar. Senin oyuncağın burada, bırak onu." Colin kolunu yakalayamadan arkasından çıktı ve onlara doğru bir adım attı. Colin arkasından gidip onu geri döndürecekken, Mike, cebinden çıkardığı küçük bıçağı Belinda'nın boğazına dayadı.
"Abi! Ah, Colin, yardım et, yardım et!" Belinda deliye dönmüştü. O kağıtları almak için sabahı da bekleyebilirdi, lanet olsun. Bir ödevini unuttu diye sınıfta kalmazdı herhalde. Ama şimdi hayatta kalıp kalamayacağından bile emin değildi.
"Uzak dur, çocuk." Mike çıldırmış bakışlarını herkesin üzerinde gezdiriyordu. Ani bir atakla kollarıyla hapsettiği kızın boğazını deşebilirmiş gibiydi.
"Belinda, sakin ol, tatlım." Rebecca yavaş ve kontrollü adımlarla ilerdi. "Hey, koca adam. Rebecca olan benim. Hani şu herkesin istediği. Bırak kızı."
"Benimle geleceksin."
"Hayır!"
Rebecca arka tarafta yerinden oynayamayan Colin'e dönüp gözlerini devirdi. "Kapa çeneni." Babasına dönüp, "Evet, tamam." diye geveledi.
Mike onaylayarak görünüşünün aksine bir çocuk gibi Rebecca'nın koluna yapıştı. Ona muhtaç bir çocuk gibiydi.
Colin ileri atılıp titreyen Belinda'yı kollarının içine aldığında kendi kalbinin de korkudan titrediğini hissetti. Rebecca'yı o adama bırakamazdı. Bırakamazdı. Ama ne yapabilirdi ki? Rebecca'yı boğmak istiyordu. Niye kendi kafasına göre bir şeyler yapıp duruyordu? Hem de planlarının berbat olduğunu kendisi de itiraf ettiği halde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahta Gizlenen (TAMAMLANDI)
Teen FictionRomantizmi işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırdığı izmaritte bulan bir genç kız... En hassas duygularını bile kağıda döken bir delikanlı... Arada nasıl bir çekim olabilir? Gözler çakıştıkça çakan şimşekler, belki de hayatları çakışmaya devam edi...