" Hikayeyi okuma listenize eklerseniz, yeni bölümlerden anında haberdar olabilirsiniz. Yorumlarınız ve Oylarınız benim için çok önemli. Lütfen beğendiğiniz bölümleri oylayınız, iyi ya da kötü yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Şimdiden okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim, keyifli okumalar.. :)"
Ece ağlamaklıydı. Gözleri dolmuş ve sona geldiğini anlamış bi vaziyette, boğazında kelimeler takıla takıla "Ne yapacağız şimdi?" dedi. Zombilerin cama vurması korkusunu gittikçe arttırıyordu. "Arabayı çalıştır!" dedim. Önüne dönüp kontağı çevirdi fakat araba çalışmıyordu. 2 kere daha denedi fakat faydası yoktu. Birkaç dakika sonra güzel bir ziyafet çekecek olan zombilerle burun burunaydık. Ne yani, bu kadar erken mi bitmişti? Henüz evden sadece birkaç yüz metre uzaklaşabilmiştik. Olacaksa bile bu kadar çabuk olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. İçimdeki tüm ümidi yitirdim birden. "Sona geldik" dedim. Ece'nin dolan gözlerinden yaşlar yanaklarına doğru hücum etti birden. Etrafımız tamamen zombilerde çevrilmişti. Sanırım 70-80 civarı zombi, arabanın etrafını çevirmişti ve gittikçe artıyordu. Elimi el bombalarını koyduğum çantama attım. Son 3 adet el bombası kalmıştı. "En azından giderken yanımızda bir kaç düzine zombi götürmemiz, yapabileceğimiz en iyi şey sanırım?" dedim. Ece cevap vermedi. Haklıydı, bu durumda ne denebilirdi ki? "Ne dersin?" diye sordum Ece'ye. "Şu yaratıklardan biri olmaktansa, sanırım en mantıklısı bu" dedi. Camlar çatlamıştı ve zombiler 1 dakika dolmadan bizi yemeye başlayacaktı. Ece arka koltuğa, yanıma geldi. Bombalardan birini ona verdim, ikisini kendime sakladım. Göz göze geldik, Ece'nin gözyaşlarından ıslanmış dudağına küçük bir öpücük kondurdum. Aynı anda pimleri çektik, son hatırladığım şey ise Ece'nin "Seni Seviyorum" sözleriydi.
Bende seni seviyorum..
Sonra bembeyaz bi boşlukta kaldım uzun bir süre. Ne kadar ilerlersem ilerliyeyim asla bir yere varamadım. Ne kadar bağırırsam bağırayım, asla sesim yeterince uzağa varamadım. Belkide yeterince uzak diye bir yer yoktu. Acıkmadım, susamadım. Sadece eksiklik vardı içimde. Ailemin eksikliği, Cennet'in eksikliği, Tanrı'nın eksikliği ve tabii ki Ece'nin eksikliği. Belkide onyıllarca kaldım bu beyaz boşlukta. Kendime geldiğimde ise eşsiz güzellikte bir bahçede uyandım. Gözlerimi ilk açtığımda saçlarımın ve sakallarımın bembeyaz olacağını düşünmüştüm halbuki öyle değildi. Kalktım, yürüdüm. Sanki nereye gideceğimi biliyor gibiydim. Ayaklarım kendinden emin bir şekilde sürüklüyordu beni, gitmem gereken yeri biliyormuşlar gibi. Bir süre gittikten sonra Uzaktan Ece'yi gördüm. Tanrım, çok güzeldi. Aramızda oldukça fazla mesafe vardı, "Ece" dedim sessizce. Nasıl olduysa duymuştu beni. Bana doğru döndü. Yüzündeki gülümsemeyi bunca mesafeye rağmen seçebiliyordum. Ona doğru yürümeye başladım hızla. Ben yürüdükçe sanki mesafeler bir an önce onu bana ulaştırmak için kısalıyordu. Koşmaya başladım ve sarıldım Ece'ye. Beni gördüğüne çok sevinmişti. "Seni çok özledim" dedim. "Yıllardır seni bekliyorum, neden böyle uzun sürdü gelmen?" diye sordu bana. "Bilmiyorum" dedim, bilmiyordum.
"Neredeyiz Ece? Öldük mü?"
"Evet. Cennetteyiz ve beraberiz. Ayrıca Anne ve Baban da burada. Onlarda seni bekliyor uzun süredir. Üstelik beni de çok sevdiler. Hem kendi Anne ve Babamı da buldum. Hep beraber güzel ve büyük bir Aile olacağız."
"Buna çok sevindim. Artık tüm o ucubelerden kurtulduk öyle mi?"
"Evet. Artık sonsuz huzur var."
İçim inanılması güç bir huzur ve mutluluğa kavuştu birden. Sonsuzluk, sonsuz mutluluk. Tanrı, oğlu İsa, tüm iyi insanlar, Ailem, Ece ve Cennet. Tekrar sarıldım Ece'ye. Onu görmeyeli imkansız bir şekilde daha da güzelleşmişti. Belki de ona olan özlemimden dolayıydı bu hissim, bilmiyorum. Tek bildiğim şey, onun yanında olmanın beni nasıl mutlu ettiğiydi. Elimden tuttu Ece, yürümeye başladık. Biz yürümeye başladıkça ortam kalabalıklaşıyor, farklı farklı insan yüzleri görmeye başlıyordum. Hepsinin yüzünde sadece mutluluk, huzur ve saflık vardı. Herkes halinden oldukça memnun bir şekilde sohbet ediyor, gülüşüyordu. En sonunda bir ağacın dibine geldik, anne ve babamı gördüm. Kalakalmıştım, onları çok özlediğimi fark ettim o an. Koştum ve ikisine birden sarıldım. Onlarda bana. Sohbet ettik biraz. Sonra Ece'nin hiç görmediğim Anne ve Babası geldi. Ece beni onlarla tanıştırdı. Kalabalık bir aile gibi sohbet ettik. Hayatım boyunca böyle mutlu olmamıştım. İstediğim herkes yanımdaydı. Tam bu sırada aklımdan Binbaşı Ercan geçti. Nedenini bilmiyordum ama birden bire anımsadım onu. İyi bir insandı, acaba oda buradamıydı. Ece'ye çokça bahsettim Ercan'dan. Ona sordum. Bu sırada başka biri selam ile yaklaşarak, "Henüz gelmedi" dedi. Henüz gelmemişti. Keşke gelseydi.
Bu sırada büyük bir patlama duydum. Herkes birden o yöne döndü. Görünürde bir şey yoktu fakat ağaçların arkasından gelmişti bu patlama sesi. Ardından silah sesleri duymaya başladım. Hey, neler oluyordu? Supernatural dizisi gerçek mi oluyordu, ne yani Cass Cennetteki Meleklerin kıçına tekme basmaya mı gelmişti? Birden neden böyle saçma bir şey düşündüğüme bende anlam veremedim. Babam'ın gençliğinde izlediği ve bana çocukken anlattığı bi dizi ile nasıl bağlantı kurabilmiştim? Mermi sesleri giderek yaklaşıyordu. Herkes endişeli bir şekilde o yöne bakıyordu fakat görünürde hala bir şey yoktu.
Bu sırada sesler duymaya başladım. Zombi sesleriydi bunlar. Gözlerimi yavaşça açtım ve arabanın çatısını gördüm. Rüya mı? Hadi ama !!!! Kafamı kaldırdım, Ece ön koltukta baygın yatıyordu. Silah sesleri neyin nesiydi? Arabanın etrafındaki zombiler teker teker düşmeye başladı. Kana bulanmış camın küçük bir boşluğundan, üniformalı birkaç askerin arabaya doğru koştuklarını gördüm. Tanrım, sana şükürler olsun !!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
III. Dünya Savaşı: Zombilerin Çağı
ParanormalHer şey Amerika'nın başının altından çıktı. Bu lanet virüs Dünyanın % 87'sini ele geçirmiş durumda. Tanrı yardımcımız olsun..