" Hikayeyi okuma listenize eklerseniz, yeni bölümlerden anında haberdar olabilirsiniz. Yorumlarınız ve Oylarınız benim için çok önemli. Lütfen beğendiğiniz bölümleri oylayınız, iyi ya da kötü yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Şimdiden okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim, keyifli okumalar.. :)"
Bunu kabul etmek bir bakıma aptallık olabilir, belki de ölmeliydim bilmiyorum. Bir nevi denek olmak, bu et yığınları içerisinde dolaşmak oldukça ürkütücü. Onların burunlarının dibinde gözlerinin içine bakmak, yanlarında dolaşmak, onlardan biriymiş gibi kokmak miğdemi bulandırmaya başladı ama en azından hayattayım değil mi? Aşı bir bakıma işe yaradı. Belki de ebediyen Eceyi tekrar görememe ihtimalini göze alamamakla alakalı bu. Beni öldü bilse de, sanırım alışmaya başlamıştır bu duruma. Ona söyleyemezdim, eğer söyleseydim beni asla bırakmazdı. Rurikle yaptığımız küçük oyun beklediğimden çok daha iyi gitti. Ece anlar mı acaba diye korktum ama anlamadı, şüpheye dahi düşmedi. Rurik gerçekten zeki bir asker, o olmasaydı çoktan ölmüştüm. Gerçi şu anda da ölülerin arasında yürüyorum ve onlardan pek bi farkım yok. Aşı nasıl bir etki yaptı bilmiyorum, yakında öğreneceğim. Sanırım yürüyerek 1 haftaya karargahta olurum, yürümek zorundayım. Ayaklarımda derman kalmamış olsa da bunu riske atamam. Tekrar Eceye kavuşmak için hepsi, onu tekrar öpüp kucaklamak için. Kim bilir ne kadar üzüldü..
Onu soçide ilk gördüğüm günü hatırlıyorum, her anımızı tek tek düşünerek direncimi arttırıyorum. İlk öptüğüm zaman ya da ilk seviştiğimiz zaman. Kısa sürede çok fazla şey yaşadık, çok büyük anılar sığdırdık. Ah Tanrım, öylesine güzelki. Yaklaşık 2 haftadır yürüyorum, keşke bu kadar uzağa bırakmasalardı! Yorulduğumda evlerden birine girip dinleniyor, bir şeyler yiyor ve tekrar yola koyuluyorum. Yanımda su dışında yiyecek ve içecek bulunduramıyor olmam oldukça zorlayıcı bir etken, bu lanet olasılar her şeyin kokusunu alıyor. Bu sebeple sürekli mola vermek zorunda kalıyorum, çok hızlı ya da çok yavaş hareket etmemem gerekiyor. Belki de bir şey değişmez ama hiç koşmayı denemedim, kendimi riske atmak istemiyorum. Bu sefer paçayı kurtaramayabilirim çünkü. Neye ne tepki verecekleri konusunda fazlası ile şüphelerim var. Bazen benim onlardan biri olmadığımı anlamışlar gibi baktıklarımoluyor, işte o zaman çok korkuyorum. Elimden geldiğince çabuk bir şekilde oradan uzaklaşıyor ve gözden kayboluyorum. Sebebini anlamadığım onlarca şey var. Mesela bazen birbirlerine saldırıyorlar, bu iki insanın kavga etmesi gibi. Birbirlerini ısırıp duruyorlar, neden ya da nasıl oluyor hiçbir fikrim yok. Hatta ilk gördüğümde aşı olan başka birinin farkına vardılar diye düşünüp korkudan kalakalmıştım. Tanrım, hayatımda öyle korktuğumu hatırlamıyorum. İnanılmaz bir manzaraydı. Etrafımda yüzlerce zombi varken, ben bir zombi dövüşü izliyordum. Kazanan taraf diğerini yiyordu, aslan dansı gibi gelmişti bana ama bu solo bir danstı. Bu lanet yaratıkların ne yapacaklarını asla kestiremedim.
Sürekli kopmuş uzuvlar görmek, çürümüş et kokusu duymak, kana boyanmış yollarda yürümek, farklı cesetlerin parçalanışını izlemek, "Acaba beni fark edecekler mi?" korkusuyla hareket etmek beni psikolojik olarak oldukça yıprattı. Her gün binlerce zombiyle beraber hareket etmek, onlardan biriymiş gibi binlercesinin arasında yürümek, o iğrenç gırtlaklarından çıkan sesleri duymak ve iştahla çiğ bir şekilde etleri hayvan içgüdüsü ile yediklerini görmek psikolojinizin alt üst olması için yeterli bir sebep. Bu lanet yerdeki tek akıllı canlı olduğunu bilmek oldukça korkutucu, dünyada tek kalmışım gibi hissetmişimdir çoğu zaman. Ancak hep iç cebimde taşıdığım Fotoğraftaki Eceye baktıkça aklımı sıyırmayı geciktirdim ve sadece bir hafta daha dayanmak zorundaydım. Sonra rahatlayacaktım, bu çile bitecekti. Hepsinden önemlisi Eceye kavuşacaktım. Eski günlerdeki gibi, birbirimizin gözlerine sevgi ile bakabilecektik. Sanırım bu en büyük lütuf olacaktı benim için.
Akşam olurken evlerden birinin penceresinden girdim. İçimde inanılmaz şekilde duş alma isteği vardı ancak bu lanet yaratıkların kokumu alma ihtimalinden dolayı bunu göze alamıyordum. Kendi kokumdan tiksinip defalarca kustuğum olmuştur, bir türlü alışamadım. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa girdim, çoğu evde olduğu gibi burada da yiyecek bir sürü şey vardı. Dolaptaki yiyecekler bozulmuş oluyordu, genelde açıkta muhafaza edilen konserveleri tercih ediyordum, ya da bozulma ihtimali zor olan kuru baklaları. Abur cubur bulduğumda ise benim için ödül gibi oluyordu. Öyle ya da böyle, genelde girdiğim evler boş çıkmazdı. Evi dolaşırdım, fotoğraflara bakardım. Bu benim en büyük keyfimdi. Fotoğraflara bakarak o evde yaşayan insanların nasıl hayatları olduğunu tahmin ederdim. Sonra hepsine tek tek kurtulma senaryoları hayal ederdim ve kurtulmuş olmalarını umardım. Bazen milyon dolarlık evlere de girdiğim oldu, onlarca antika, altın ve para bulduğum da oldu ancak bu sadece tek bir şeyi anlamamı sağladı. Hayatta hiç bir maddiyatın önemi yok, hepsi gözümüzü boyayan boş hırslardan ibaret. Öyle ki biz bu sisteme ayak uydurmak zorunda bırakılan insanlarız hepsi bu. Lüks içinde yüzen evler bomboşken, bunları kullanacak ya da bu keyifleri sürecek insan yokken pekte bir anlamı kalmıyor.
Saat geç oluyordu ve uyumam gerekiyordu. 3-4 saat uyuyup tekrar kalkmalı ve yola koyulmalıydım. Eceye kavuşmak için bir günü daha devirdim. Bu gece de beni ilk gördüğünde koşup kollarıma atlayacağı hayali ile uykuya dalacağım. Bekle beni sevgilim, çok az kaldı. Yakında yeniden gözlerinin içine bakabileceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
III. Dünya Savaşı: Zombilerin Çağı
ParanormalHer şey Amerika'nın başının altından çıktı. Bu lanet virüs Dünyanın % 87'sini ele geçirmiş durumda. Tanrı yardımcımız olsun..