Kitap 2: BÖLÜM XIV - Virüs (Final öncesi)

3.4K 163 10
                                    

           " Hikayeyi okuma listenize eklerseniz, yeni bölümlerden anında haberdar olabilirsiniz. Yorumlarınız ve Oylarınız benim için çok önemli. Lütfen beğendiğiniz bölümleri oylayınız, iyi ya da kötü yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Şimdiden okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim, keyifli okumalar.. :)" 

        İyi değildim. Umarım şu baş ağrım ve miğde bulantım stresten, ne bileyim mesela kanamadan dolayıdır. Eğer virüsü kaptıysam, artık benim için pekte ümit yok demektir. Şu an kendim ve Ece için en güvenli yerdeyim fakat bünyemdeki virüs yüzünden burayı diğer insanlar için güvensiz bir yer haline getirebilirim. Ki bu olmadan bunca askerden biri kafama bir şarjor mermi boşaltabilir. Ya da onlar bunu yapmadan kendim yapabilirim. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok. Eceyi yalnız bırakmak şu an için üzüldüğüm en büyük şey çünkü ondan başka üzülebileceğim hiç kimsem yok. Ölüm muhakkak hepimizin varacağı mutlak son fakat böyle bir ölüm.. Hayır. İnsanların para ve hakimiyet hırsı, güç ve ikdtidar hırsı uğruna yaptığı savaşları yüzyıllar boyunca gördük. Masum insanlar, sırf birkaç kişinin aldığı bir karar yüzünden öldü ve ölüme zorlandı. Bu hak mı? Peki yüzyıllar boyunca bu insanların suçu neydi? Yer yüzündeki en kötü insan dahi hak ede miydi böyle bir ölümü? Hayır hayır, kesinlikle hak etmez. Peki nedeni nedir? Neden ben ya da o, veya şu güne kadar zombi olmuş insanlar. Mesela parmağımı ısıran zombinin suçu neydi? Neden bu hale geldi? Lanet hırslar yüzünden biz masum insanlara olan oldu her zaman. 

        Binbaşı Rurik'in odasına gidiyorduk. Ece "Vladimir bir şey olduğunun farkındayım. Çok kötü görünüyorsun." dedi. Gülümsedim. Bu kadar belli ediyor muydum gerçekten? "Kötü görünmekten kastın nedir? Saçlarım mı bozulmuş yoksa?" dedim esprili bir şekilde. Ece ciddiydi. "Ha.. Hayır." Elini yüzüne götürerek "Damarların. Damarların çok belli oluyor." Bu da ne demek şimdi. Eceden bir ayna istedim. Ece çantayı karıştırarak ayna çıkardı ve bana uzattı. Aynadan kendime bakarken hayrete düştüm. Bembeyaz tenimde, damarlarım sınır oluşturarak yüzüme harita görünümü kazandırmıştı. Yüzümde kırmızı çizgiler vardı. Çok fazla yoktu ama çok dikkat çekiyordu. "Bu da nesi?" dedim sessiz bir şekilde. Virüs yayılıyordu. Çok fazla zamanım kalmamıştı. Ece endişeli bakışlarını bir an olsun benden ayırmıyordu. Elimi kalbimin hizasına götürdüm. Kalbim atışım normale göre hızlı atıyordu. Kan dolaşımım hızlanmıştı. Belirtiler oldukça net ve seri bir şekilde kendini göstermeye kararlıydı. Bu sırada arkasından devam etmediğimizi gören Binbaşı Rurik bize dönerek "Hey. Muhabbetinizi bölmem istemem ama ben bir binbaşıyım ve yapacak çok işim var" dedi. "Özür dileriz Binbaşı Rurik, geliyoruz" dedi Ece ve koluma girerek beni ittirdi. Yürümeye başladık. Ece sessiz bir şekilde "Vladimir, neler oluyor. Daha birkaç dakika öncesine kadar yüzünde böyle bir iz yoktu. Sıkıntı nedir?" diye sordu. Söylemelimiydim bilmiyorum. Eğer bu açığa çıkarsa askerler hemen kafama birer kurşun sıkmak için sıraya girerler. Ölmek gerçekten sorun değil fakat Eceye veda etmeye zamanım dahi olmayabilir. Beni korkutan asıl bu. "Kimseye bir şey çaktırma. Anlatacağım."

        Binbaşı Rurik'in odasına girdik. O masasına geçti ve biz karşısına oturduk. Binbaşı Rurik bana bakar bakmaz, yüzümdeki damarları fark etmişti. "Vladimir. Yüzüne ne oldu?" dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. O anda bütün bildiklerimi unutmuş gibiydim. Tanrı'nın karşısına çıkan bir günahkar gibi hissettim kendimi. Dilim tutuldu, gözlerimi kaçırır gibi oldum. Ağzımda bir şeyler gevelerken Ece araya girdi. "Alerji.. Binbaşı Rurik. Alerjisi var, arada bir oluyor bu" dedi. Ece beni inanılmaz rahatlatmıştı. Teşekkür mayetinde zaten elimde olan elini sıktım. O da rica ederim demek istemiş olmalı ki elimi sıkarak karşılık verdi. Binbaşı Rurik konuyu uzatmadı fakat yüzündeki anlık gerginlik gitmemişti. "Size küçük bir oda vereceğim. Açık konuşayım, burası önceden yüksek güvenlikte bir askeri birlikti ve anlayabileceğiniz gibi eğitimleri çok sıkıydı. Yani burada askerlerimizin rahatlığı bizim için son plandaydı da diyebilirim. O yüzden pek rahat edemeyebilirsiniz ama umuyorum ki bu zor zamanlarda güvenli bir yerdeki ilk beklentiniz rahatlık değildir. Üç Dört gün idare edeceksiniz. Zira başka çareniz de yok. Ayrıca, elinizdeki mühimmatı almak zorundayız. Ne olursa olsun her mermi, her silah bizim için önemli ve elinizdeki mühimmat bizim elimizde iken çok daha faydalı olabilir. Her ihtimale karşı, ikinizinde belinizdeki tabancalar sizde kalabilir. Bu kadarında sorun görmüyorum. Şu anda karargahtaki tek sivil sizlersiniz ve sizi kurtarma operasyonu benim başımın altından çıktığı için benim sorumluluğumdasınız. Türkiye'ye gidene kadar hiçbir şekilde sorun çıkarmayacağınızı umuyorum. Türkiye'ye benimle birlikte geleceksiniz ve oradaki büyük tesisin yapımında yardım etmeniz konusunda istekli olduğunuzu varsayıyorum. Benim diyeceklerim bu kadar." Hey, askerler gerçekten çok sıkıcı adamlar. Bu sırada Binbaşı kapıya doğru "Pavlo !" diye bağırdı. Bir aser kapıyı tıklatarak içeri girdi ve selam verdi. "Bu arkadaşları E146'ya götür. ihtiyaçları için bir asker görevlendir. Türkiye'ye gidene kadar misafirimiz olacaklar." dedi. Asker emri aldı. Ben ve Ece ayağa kalktık ve Binbaşına teşekkür ettik. Askeri takip ederek odamıza gittik. 

        Odaya girer girmez Ece bana döndü ve "Seni dinliyorum" dedi. Anlatıp anlatmama konusunda kararsızdım. Ne yapmalıydım, ne yapabilirdim bilmiyorum. Anlatırsam, Ece kahrolurdu. Anlatmazsam, olmazdı. Anlatmam gerekiyordu. Ecenin elinden tutarak derme çatma yatağa doğru götürdüm. Oturdum ve Eceyi yanıma oturttum. "Anlatacağım ama sakin olacaksın" dedim. "Vladimir insanı çıldırtma, meraktan ve endişeden ölmek üzereyim. Anlat artık !" dedi. "Sabah,evden kaçtığımız sırada ben zombilere ateş ediyordum. Kaza yapmadan hemen önce silah sesinden dolayı arkamdan gelen bir zombiyi fark etmedim. Zombiyi gördüğümde burun buruna gelmiştik. Zombiye ateş ettim ve zombi arabadan düştü." Parmağımı göstererek "Fakat zombi parmağımı ısırdı. Daha sonra kaza yaptık. Ayıldığımda askerleri gördüm. O hengamede bu olayı unuttum. Buraya gelene kadar baş ağrım ve miğde bulantım vardı. Kazadan dolayı sanıyordum fakat sen kararkaha girerken parmağımı sorduğunda hatırladım. Ece, sanırım ben virüs kaptım ve miğde bulantımında, baş ağrımında, damarlarımın ortaya çıkmasının sebebi sanırım bu. Ve tabii.. Kalp atışlarımın ve kan akışımın hızlanması da var." Ece suratıma boş boş bakıyordu. Birkaç saniye baktıktan sonra "Vladimir, dalga geçmeyi bırakta ne olduğunu anlat hadi" dedi. Gülümsedim. "Ece ben ciddiyim" dedim. Yüzümdeki gülümseme kayboldu. Ece ciddiyetimin farkına varır varmaz gözlerinden aşağı birkaç damla yaş süzüldü. "Bir şeyler yapmalıyız Vladimir. Binbaşı Rurik'e söyleyelim. O bi çaresini bulur belki. Bize yardımcı olur." dedi. "Ece, eğer binbaşı Rurik'e söylersek gözünü kırpmadan kafamı dağıtır" dedim. Haklıydım da. Kısa süreli de olsa savaş muhabirliği yapmış biri olarak şunu söyleyebilirim ki, eğitimli askerlerde duygu denen şey tamamen sıfır. Farklı bir yolu olmalıydı ama yoktu. Virüse panzehir bulunmamıştı. Aslında, sanırım en iyisi Rurik'e söylemek diye düşündüm içimden. Her şey bir anda olup biterdi. O lanet yaratıklardan biri olmazdım en azından. Bedenim ve ruhum farklı boyutlarda farklı amaçlarla yaşamazdı. Ece hüngür hüngür ağlıyordu. Onun için en zor kısmı, eski sevgilisini de bu şekilde kaybetmiş olmasıydı. Onu anlamaya çalışıyordum, gerçekten zor bir psikolojiydi. 

        "Seni de bırakmak istemiyorum" dedi. "Bende seni. Fakat elimden bir şey gelmiyor. Keşke bunun için yapabileceğim bir şey olsa fakat yok. Şu anda en son isteyceğim şey seni yalnız bırakmak. Seni çok seviyorum ama sanırım çok fazla zamanım yok" diyebildim. Ece bana sarıldı. Ona son sarılışlarımdı bunlar. İçim çok acıyordu, kendim için değil onun için. Onu gerçekten çok seviyordum ve onu kaybedecek olmak ben, kahretmişti.

      

III. Dünya Savaşı: Zombilerin ÇağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin