Kim Taehyung Sparks (3 Ay Sonra)
Şaraptan bir yudum daha alırken sakince duvarı izlemeye devam ettim. Gözümün önünde canlanan Jungkook'un yüzüne bakmaya devam ederken göz yaşlarıma eşlik eden tek bir ses bile yoktu.
Dışarıda kar yağıyordu. Hatta muhtemelen kapıyı bile açamayacağım kadar yığılmıştı karlar. Sadece tahmindi. Öğle saatlerinde olmama rağmen perdeler sonuna kadar çekiliydi ve bu evin loş bir ışığa sahip olmasını sağlıyordu.
Göz yaşlarım tamamen bağımsızlardı benden. Çoğu zaman ağladığımın farkına bile varamadığım kadar çok alışmıştım onlara. Bazen ağlamak istememe rağmen ağlayamıyordum. Bilmiyordum.
Dışarıda kar yağdığını da yalnızca hissediyordum. Bu Jungkook'un özelliğiydi. Ruhundan verdiği parça tamamen ruhuma karışmıştı ve onun gizli özelliklerinin bazılarına sahip olmaya başlamıştım zamanla.
Jeon Jungkook. Sevgilim.
Dolan gözlerim duvardaki yansımasını bulanıklaştırırken kırmızı şaraptan bir yudum daha aldım. Her şey onu hatırlatıyordu. Gerçi unutmamıştım hiç. Aklımın ucundan bile geçmemişti onu unutmak. Yine de her şey onu daha da yoğun bir şekilde istememe neden oluyordu.
Gelmemişti. Halbuki büyücüler öldükten sonra da dünyada gezinmeye devam edebilirlerdi. Hatta Jungkook bana kendi ruhundan bir parça vermişti. Bu dünyadan gidebilmesine imkan bile yoktu normal şartlarda.
O sürprizlerle doluydu. Akıl almaz gücünün ve özgüveninin şeytanla yaptığı anlaşma olduğunu hiç kimse tahmin edemezdi. Bedeninin kendini toparlayamayaşının sebebi buydu. Fiziksel olarak bu kadar güçsüz olmasının nedenlerinden biri de buydu. İçten içe bitiyordu çünkü.
Ölmek istiyordum. Bu arzu hayatımda ilk defa üç ay önce zihnime sızmış ve onsuz geçen her bir günümde çoğalarak beni tüketmeye başlamıştı.
Ancak sorun vardı. Ölemiyordum. Denemiştim. Defalarca. Onlarca kez. Ancak ruhumdan Jungkook'un parçasını çıkarıp atamadığım sürece bu mümkün olmayacaktı. Beni iyileştiriyordu. Küçücük bir parçanın bile bu kadar güçlü olması akıl almazdı.
Titreyen ellerimle Jungkook'un minik dudaklarının rengine benzeyen şaraptan bir yudum daha aldım.
Parmağımda onun yüzüğünü, kulağımda onun küpesini, bileğimde onun bilekliğini taşıyordum. Ona ait, bana birkaç ay önceye kadar olmayan kıyafetini giyebiliyordum artık.
Kokusu tatlıydı. Hâlâ baş döndürücüydü. Onun yoğun enerjisini silikte olsa hala bu duvarlarda hissedebiliyordum. O yoktu ancak bir o kadarda benimleydi.
Duygularımın bir tarifi yoktu. Okumak için koyduğu kitaplar hala bıraktığı yerlerde aynı şekilde duruyordu. Eşyalarını her zaman belli bir düzende dağınık tutardı o. Geldiğinde yerlerinde bulamazsa bana kızıp iki kitabın yerini aklımda tutamadığım için laf sokabilirdi.
Gelecekti. Benim sevgilimden bahsediyorduk. Tam olarak gitmiş sayılmazdı bile. Kendi içimde onu hissediyordum. Elimden her zamanki gibi hiçbir şey gelmiyordu. Halbuki o olsa beni geri getirmenin yolunu çoktan bulmuş olurdu.
Yetersiz olduğumu söyleyen bir adet Montgomery yoktu belki de artık. Gerekte yoktu. Yetersiz oluşumu tüm benliğimle hissediyordum.
Jeon Jungkook Solaron. Benim güzel sevgilim. Onu o kadar çok özlüyordum ki gerçekten akıl sağlığımı kaybetmeye başlayacakmışım gibi hissettiriyordu bu.
Bir bilgi daha. Biz büyücüler hastalanmaz veya akıl sağlığımızı da kaybetmezdik. Bir her zaman sağlıklı olurduk. Bizi dinç tutan bir enerjimiz olurdu. Ben kendi içimdeki bu güçlü enerjiye rağmen akıl sağlığımı kaybedecekmişim gibi hissediyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Magicians ~Taekook
FantasyElit ailelerinin en güçlü soylarından gelen Taehyung Sparks ve Jungkook Solaron anlaşamıyorlardı.