Farkında olmadan aşırı ilerlemişim. Yıkık dökük harabe bir şehirdeki 3 katlı bir binaya sığındım. Yaralarımın hepsi lanetten sonra iyileşse de yorgunluğum hala yerinde. 1 gündür uyumadım. Hiçbir mermi ya da benim için elverişli bir silah olmadan buraya kadar gelebilmem yalnız başına yeterli. Binanın yıkık duvarına yaslanmış kafamı hafifçe dışarı çıkararak gözcülük yapıyordum. İleride büyük miktar duman gördüm. Ve... leziz koku... şu an yanımda olan tahta tatlı krakerden daha iyi olduğunu kesin olarak kanıtlıyor. Aralarına sızabilsem... et kokusu başımı döndürüyor. Yellowshield klanı büyük insan evriminden nasibini alsa da ona rağmen kas yığını insanlardan oluşan bir klan. Yani aşırı ve kaliteli gıdaya ihtiyaç duyarlar. Kaliteden kastığım şey ET! Bütün askeri yemek deneyimimde hiç karşılaşmadığım et! Tamam kararımı verdim aralarına sızıyorum. Tam da ben bunu düşünürken bir gerizekalı sarhoş bir şekilde olduğum binanın yanından geçiyordu. Aşağıya direk atlayarak bile onu öldürebilirim. Hançerimi hazırladım ve kendimi binadan... atmadan önce iki kere düşünmeye karar verdim. Vücudumun ölümsüz olmadığını unutmuşum. Giriş katına inip arkasına geçtim. Beni fark etmede yürümeye devam ediyordu. Boynunu kolumla sarıp hızlıca büktüm. İşte böyle sakince ve düzgün. 3. Kattan atlasaydım kendi bir yerimi muhtemelen kırardım... ve zırhının üzerine kan bulaşırdı. Boynunu kırmak en iyi seçim. Zırhını söküp kendim giydim. Ardından topraktan zar zor birazcık mana emebildim. Ardından molozlardaki çatlak bir camdan yansımama baktım. Evet... gözüm sarı renkte. Neredeyse hiç bu özelliği kullanmıyorum çünkü tek göz ile mana emmek inanılmaz zor. Kimse beni Yellowshield olup olmadığıma göre sorgulamaz. Kampa yaklaştım. İnanılmaz gürültülüydü. Herkes eğleniyor içki ve eti birlikte götürüyordu. Dumanın geldiği yere gittim. Hafif bir sıra vardı kuyruğuna girmiştim. Benim arkamdan ağır sıklet bir tank geldi. "Hey?" ona döndüm. "Sıranı bana ver dostum? Kavga çıksın mı istersin?" harika. "Savaşta kaç kişi öldürdün? Cevabına göre veririm." Güldü. "Tarzın hoşuma gitti. 4... fazla değil ama bir şeyler yapabildim." "O vücutla sadece 4 mü?" kaşlarını indirdi "Ben Tank sınıfıyım biliyorsun değil mi? Senin gibi bir muharebeci değilim. Yavaş olmamla ünlüyüm biliyorsun." "İlk savaşın değil mi?" "Fazla mı belli?" "Ben muharebeci gibi görünsem de kalkan kullanmada berbatım. O yüzden Deli sınıfı bana daha uygun." "Kalkan kullanmada kötü bir Yellowshield ha? İlginçsin." "Bugün 14 kişi öldürdüm." Yalan gerçi... daha fazla ama fazla dikkat çekmek istemem. Bana dikine baktı. "Bugün bir yere ilerlemedik ki? Saldırganlar mı vardı?" S*KTİR "Önlerden bugün döndüm." "1 günlük yolu geldin yani..." S*KTİİİİİİR! "Deli sınıfıyım dedim ya, kendimi tamamen hıza odakladım. Yarım gün yeter de artar." Biraz daha bana baktı. Sonra geri adım attı. "Manyağın tekisin değil mi? Hıza odaklanan bir Yellowshield. Greeneye olmadığına emin misin? Yoksa melez falan mısın?" fark etmeden sıra bana gelmişti. "Sonra konuşuruz." Tezgâha yanaştım. "Damga çekin?" Lanet olası kontroller. "Kaybettim. Ön saflardan buraya gelirken bir mayın tarlasında düştü." "Mayın tarlası?" "Yollar ne kadar karışık bilemezsin." "Damga çeki olmayana yemek yok. Kurallar böyle." Elimi zırhımın içine attım. Binbaşı rozetimi sanki düşmandan sökmüşüm gibi aldım ve ona verdim. "Bunun karşılığında bir şey olmaz mı?" derin iç çekti. "Bir inek budu başka yok." "Anlaştık."
Hafif izole bir yerde budu mideye indirdim. Enfesti. Tamamen yenilenmiş gibi hissediyorum. İnsanların yaktığı dev kamp ateşinin önünde dans eden kadınlar erkekleri tatmin etmeye çalışırken kadın askerler de kenarda ya sevgilileri ile ya da topluluk halinde dedikodu havasında konuşuyorlardı. Zaten dahasını isteyen yok dansözlerin amacı da zaten onlar değil. Fark etmemişken bir tanesi direk bana doğru yürüyordu. Fakat... hiç ilgimi çekmiyor. 30 yaşımda bekar olabilirim ama kadınlar önceliğim olmaktan 20 yaşımdayken çıktı. Birden üzerime oturdu. Etraftaki bazı kimseler de tezahürat yapmaya başladılar. Sonra kulağıma eğildi "Benimle gel yoksa seni öldürürüm." Eeh? Yakalandım mı acaba. Beni elimden tutarak yıkık binaların arasına götürdü. Şansıma tam da işini bitirdiğim herifi sakladığım binanın arkasındaki sokağa çekti beni. Ardından bir silah tuttu. "Maaşından memnun değilsin ha?" gözlerinden lens çıkardı. Gözlerinin gerçek rengi pembe idi. "Şimdi hiyerarşimizi kavradın mı?" "Tam olarak değil. Pinkblade klanından birisi burada ne yapıyor?" "Kraliçemin emriyle buradayım. Yellowshield kralının ölmesini emretti. Şimdi... bana her şeyi dökül! Korumalarını savaş stratejisini her şeyini!" hala biraz şaşkındım "İnan bana senin kadar şey biliyorum." Biraz düşündü. "Gizli demek ha? Beklemiyordum. Neyse sana ihtiyacım yok o halde-" silahı yanlış tutuyor. Üstüne bir de kovanı geri tam takmamış. "O silah boş." Korktu ve geri çekildi ardından dansöz eteğinin içinden küçücük bir bıçak çekmeye çalıştı. Bileğinden yakaladım. "Sakin ol!" ben öyle deyince bana baktı. Ardından dudağıma yapıştı. "Lütfen daha ölmek istemiyorum *öpücük* bir şans daha ver." Üzerimden ittirdim. "Ben sözlüyüm geri zekalı" korkmuş bir tavşan gibiydi. "Bana bak! Senin tarafındayım." "Ne?" şaşırdı. "Su krallığında paralı askerim. Yanlışlıkla yolumun sonu buraya çıktı. Ben de yemek yiyebilmek için kılık değiştirdim." Elini yüzüne vurdu. "Ben bir salağım." "Rütben ne?" "Kara bıçak 3. Seviye, B+ sınıfı Suikastçı. Ya sen" "Klanım yok, Binbaşıyım. Seviyem son ölçtüğümde A+ sınıfı silahşor ve A- sınıfı kılıç ustası." "Çoklu sınıf bir sivil... üstelik oldukça iyisin. Şaşırdım." "Hep sivil değildim." "Anlaşılıyor. Gözün sarı." "Rengini değiştirebiliyorum." "Bak bu ilginçmiş. Suikastçı da olmayı düşünür müydün? İşine yarar." "Onu falan boş ver de kral dedin değil mi? Buralarda mı?" şaşırdı. "Görmemiş olmana inanamıyorum. Herif altın zırh giyiyor." "Onu öldürebilirim... ama ince kılıca ihtiyacım var." "Sınıfı S+ bir şövalyeyi yenebileceğini mi sanıyorsun." "Sır saklar mısın?" "Benim işim sır saklamak." "Kara öze sahibim. Onu indirebileceğimi sanıyorum." "Her şey yerine oturuyor ama suikast olmadan başaramazsın. Biraz kan getirirsen içindeki demirden sana ince kılıç yapabilirim. Fakat planının sonrası... onu düz bir düelloda indiremezsin." "Yardımcı olmuyorsun." Biraz düşündü. Sonra eteğinin altından ufak bir parşömen çıkardı. "Bunu al." "Ne bu?" "Çelik manası ile aktif olan 100 metrelik bir ışınlanma parşömeni. Manası çoktan yüklü. Parşömeni açtığın an çalışacaktır. Ardından bin zebani kovalıyormuşçasına koşarsın. Yellowshield klanı yavaştır." "Teşekkür ederim ama onu öldüremedikten sonra işe yaramaz." Bana baktı... ardından düşündü. "Tamam... kötü bir fikrim var." Kötü fikre bile muhtacım. "Evet?" "Suikastçı mührü yapabilirim... sana. Eğer gerçekten kara öze sahipsen kolayca kontrol edebilmelisin." "Mühür de ne?" bana bileğindeki garip siyah dövmeyi gösterdi. Bir göze bir bıçak saplanmış kara bir leke gibi. "Bu bana verilen mühür. Ruh enerjisi ile yapılır ve bazı yetenekler sağlar. Birisinden ne kadar ruh enerjisi verilerek yapılırsa o kadar güçlülerdir. Benim mührüm ani hareket dışı neredeyse görünmez olmamı sağlıyor." "Bana bunlardan yapabilir misin?" "Bekle sözümü bitireyim. Evet mühürler harikalar ama her bir mühür ruhunu deşer ve kişilik bozulmalarından deliliğe kadar gidebilir. Ruhuna kazınan bir lekeden farksızdır. Ve ölene kadar çıkmaz." "Bu beni güçlendirecek ve öldürmeyecek bir şey. İstiyorum." Nefes çekti. "Umutsuz vakasın... oldu o zaman. Nerene istersin. Kollarında kullanması kolay olur ama çok görünür." "Omuzumun arkasına yap." "Hay hay."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordların Efendisi
FantasyDreemur, geçmişinden kaçamazsın. "Peki geleceğimden kaçabilir miyim?" 1. kitap bu kitap gerçek hayattan bağlantısız olarak yazılmış tamamen kurgu bir kitaptır (word 24 ölçekte aşağı yukarı 800 sayfa)