Bilincim yerine geldiğinde oluk, oluk kusuyordum. Midem deli gibi yanıyordu. Boğazım da kusmuk yüzünden acıyordu. Güneş ise henüz doğmaya başlamıştı. Azcık dikeldim ve kendimi toplamaya çalıştım. "Sonunda bitirdin mi?" başımı eğip biraz daha kustum. "Bir gece oldu Dreemur, BİR GECE!" bu sefer gerçekten kendimi topladığımı düşünerek toparlandım. Birden büyük bir uğultu duyuldu. Etrafıma bakınınca kliniğin arka tarafında bir ara sokakta olduğumuzu fark ettim. Ama o uğultunun nerden geldiğini bilmiyorum. "Midem... yanıyor." Kafamda bir darbe hissettim. "Tam 7 şişe içtin, yanması doğal değil mi?" şerif yanı başımda duruyordu. Bir matara çıkarıp bana verdi. "Al şunu elini yüzünü temizle." Bir elimle matarayı boşaltırken diğer elimle yüzümü temizledim. Sonra da mataradan iyice büyük bir yudum aldım. "İlk içki düellona göre iyi iş çıkardın aslında." Matarayı ona verirken "Sen kaç tane içmiştin?" "4 taneden sonra bayılmıştım. Ama senden iki üç yaş küçüktüm." Eh... "hadi gel üzerine bulaştırmadığından hiçbir sorunun yoktur diye tahmin ediyorum." kliniğe girdiğimizde ortaya güzelce bir masa çekilmiş, biraz peynir ve zeytin üzerinde hazır edilmişti. Bayan Anna da arka odadan elinde bir tabakla geldi "Bütün mideni çıkardın mı?" tabağı masaya koydu, üzerinde kızarmış ekmekler vardı. "Hala midem biraz yanıyor ama iyiyim." Cebinden bir şişe çıkarıp bana verdi. "Günde iki kez aç karnına bunu iç." Eh? Şişeyi açıp kafama tam dikecek iken "BİR YUDUMCUK!" bir yudum...cuk?
"Şerif... daha ne kadar yolumuz var." "Sana sabırlı olmayı da mı ben öğreteceğim be?" "Ama bir buçuk saat oldu!" "Ben de 150 yıldır ölümü bekliyorum" "hiç yoktan sen at üstündesin." "Biraz daha kaldı tamam mı?" susamaya başlamıştım. Kahvaltıda su içmeyi unutmuştum. Mide yanmam hafiflemişti ama acısı hala hissediliyordu. Bu kadar uzun süre yürümeye hiç alışamayacak gibiyim. "İşte geldik." Etrafta tam anlamıyla hiçbir şey yoktu. Üstelik her yer aynı gözüküyordu. Şerif bütün yol boyunca ilk kez attan indi. "Neden buraya geldik ki?" "Anlayacaksın." Kafamın ortasına bir kâğıt yapıştırdı ve bütün görüşümü kapattı. Sonra beni bir kolumdan tutup hızlıca döndürdü. Ben de yere düştüm. "Ne yaparsan yap 200'e kadar sesli bir şekilde saymadan o kâğıdı çıkarma!" ben de saymaya başladım 1... 2... 3... 4...
196... 197... 198... 199... 200! Sayıları sesli söylediğim için boğazım hepten kurudu. Ama artık bu saçmalığın neden olduğunu anlayabilirdim. Kâğıdı kafamdan çıkarıp etrafa bakındım. "Şerif?" onu etrafta göremedim. İsimsiz de ortalarda yoktu. Çölün ortasında yalnızdım. Sonra kâğıtta bir şeylerin yazılı olduğunu fark ettim. İyi şanslar 😊... yoksa... eve tek başıma mı dönmem gerekiyor? İyi de nereden geldiğimi bilmiyorum ki? Üstelik at izleri de rüzgârdan yok olmuştu... BU LANET BİR ŞAKA DEĞİL Mİ? Paniklemeye başladım, etrafımda dört bir yana hızlı hızlı bir ipucu bulma umudu ile bakınmaya başladım. En sonunda elime tam anlamıyla hiçbir şey geçti. Ben de yürümeye başladım. Her yön aynı olduğundan şu an tamamen şans eseri bir yer bulabilirim. Belki birilerini bulursam nasıl geri dönebileceğimi sorabilirdim. Ah... yapamam çünkü kasabanın adını bilmiyorum. Hiç sorma gereği duymamıştım ama şimdi aptal gibi hissediyorum.
Ne kadardır yürüdüğümü bilmiyorum ama güneşin batmasına birkaç saat kalmıştı. Ağzım kupkuru olmuştu. Karnım açtı. Ütüne bir de hiçbir şey bulamamış olmanın umutsuzluğu beni yiyip bitiriyordu. Aptal aptal yalpalayarak yürüyordum. Artık bildiğim tek bir şey var o da kesinlikle yanlış yönde olduğum. Ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Ayağa kalkıp neye takıldığıma baktım. Upuzun iki tane metal... çubuk? Aralarında da düzgünce istiflenmiş tahta parçaları vardı. Demir çubukların bir ucu ufuklarda giderek kayboluyordu. Sonra büyük bir uğultu duydum. Şimdi düşündüm de sabah duyduğum uğultuya çok benziyordu. Aslında sesi uğultu denemeyecek kadar inceydi. Sesin geldiği yöne baktım. Demir çubukların diğer ucunda küçük ve siyah bir şey vardı... git gide büyüyor mu o? Uğultunun sesi daha da yüksek gelmeye başladı. Sanki büyüdükçe sesi de çok geliyordu... bir saniye... daha mı detaylanmaya başladı o? ... galiba o şey büyümüyor... BANA DOĞRU GELİYOR! Olduğum yerden şöyle iki metre kenara zıpladım. O dev şey her ne ise pelerinime sürtündüğünü hissettim. Bir şey nasıl bu kadar hızlı olabilir ki? O kadar ani bir sıçrama yapınca devrildiğimden ve susuzluğum beni neredeyse bayılttığından kalkmam biraz zaman aldı. Acayip gürültülüydü. Artık o uğultu sesini bile duyamıyordum. Kalkıp bakınca gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu şey devasa büyüklükteydi! Upuzun kuyruğu o hızda ilerlemesine rağmen hala benim olduğum yeri geçmişti. Boyu ise bir kulübe ile eşit sayılırdı. Fark ettim ki kuyruğu zaten kulübe gibi pencereleri vardı ve pencerelerden ışık geliyordu. İçinde alev olmalı, bir ejder falan mı? Eğer ejder ise neden az önce fark ettiğim gibi metal çubuklardan gidiyordu ki? Tam bu anda kafamda bir şimşek çaktı. Eğer bu şey sadece bu çubuklardan gidiyor ise bu her zaman aynı rotadan gidiyor demektir! Üstelik yaptığı uğultuyu eğer gerçekten bu sabah ta duyduysam demek ki kasabanın oradan da geçiyordur. Ve tahminlerim doğruysa bu şeye binebilirsem kasabaya dönebilirim. Bu kumlu yerde tamamen rastgele yorgun argın yürümekten çok daha iyi bir fikir!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordların Efendisi
FantasyDreemur, geçmişinden kaçamazsın. "Peki geleceğimden kaçabilir miyim?" 1. kitap bu kitap gerçek hayattan bağlantısız olarak yazılmış tamamen kurgu bir kitaptır (word 24 ölçekte aşağı yukarı 800 sayfa)