Bölüm 11-Prenses?

24 4 2
                                    


Gözlerimi yummuş, annemin dizlerine yatmış güzel rüyalar görmeye çalıştığım yol boyunca anlamını çıkaramadığım anı benzeri rüyalar kafamı kurcaladığından dinlenmiş olmak yerine daha da yorgun hissetmiştim. Rüyalarımda genelde beyaz maske benzeri bir şey görüyordum. Maske benzeri dememin sebebi yüz şeklinde olup herhangi bir ağız ya da buruna sahip olmaması idi. Tek göz deliği vardı. Bazen de maskenin göz deliğinin içinden kara renkte, reçel kıvamında bir şey akıp duruyordu. Bazen de maske yerine o Araf'ta gördüğüm melek karşıma oturup beni okşuyordu. Bazen de ağızından "Kendi kararlarını kendin verebilirsin." Kelimeleri dökülüyordu.

Faytonun muhtemelen bir taşa takılması ile olan sarsıntı en son yine maskeyi gördüğüm rüyamdan beni kurtarmıştı. Uyanmıştım sonunda. Fakat uyanmamla beraber o rüyayı ne kadar uzun gördüğümü tamamen unutmuştum. Annemin dizinden kalkıp oturdum "ah? Kalktın mı?" annem elindeki kitaba o kadar odaklanmış olacak ki kalktığımı anlaması birkaç saniye sürdü. Sonra kitaptan başını kaldırıp yüzüme baktı ve gülümseyerek "15 dakika sürmez orada oluruz. Kale camdan bile gözüküyor." O kadar mı uyumuşum? Yanlış hatırlamıyorsam bin kilometre falan var... en az. "Ne okuyorsun?" "Kitaplarla ilgilenmediğini sanıyordum?" şaka ile karışık söylemişti. Ardından kitabı kapatıp benim dizlerimin üstüne bıraktı "Baban aslında sana vermemi istedi, herkesin önünde hediye vermeyi pek sevmiyor ya." Kitabın kapağı siyahın az daha açık tonunda sert bir mukavvadan yapılmıştı. Kağıtlar birleştirilmek için üzerlerinde delikler vardı ve o deliklerin arasından ip geçirilip bağlanarak birleştirilmişti. Kitap kapağının üzerinde muhtemelen bilmediğim bir alfabe ile yazılmış kabartmalı yazılar vardı. Ah! İşte hemen o alfabenin altında okuyabileceğim Temdolor alfabesi ile yazılmış, muhtemelen o kabartmalı yazının çevirisi yazıyordu. Okuduğumu belli etmek için sesli okudum "Karanlıklar Tanrısının Lortlarına Bahşettiği Bazı Yetenekler (çevirili)" ah? Benim işime yarar sanırım? "Babanın böyle eski kitapları tuttuğu bir kütüphanesi var. Üstündeki o kabartmalı yazılar Latince denen eski çağlardan kalma bir alfabe." Faytonun yavaşladığını hissettim. Sonra da tamamen durdu. Ardından faytonun kapısı tık tıklandı. Annem "Evet?" diye seslendi. Kapı yavaşça açıldı ve yüzünü üniforma gereği saklayan bir Purpleskull muhafızı kapıyı açtı "Hoş geldiniz Redhood Kraliçesi Liz Ligh- Redhood! Ve prens Lordum Dreemur" Lordum? Annem faytondan yavaşça indi, ardından da ben indim. Kafamı etrafa bakınmak için çevirdim ve Temdolor aşkına! NE BÜYÜK BİR KALE! Birkaç saniye ağızım açık kaldı. Bizim kalemiz daha kısaydı ve kale gibi görünmemesine sebep olan gümüş, savunma amacı ile kalenin her tarafını kaplıyor ve buda onu bir çeşit ork kabilesinin evi gibi gösteriyordu. Malum klanımızın bulunduğu haritalarda "Ölü Topraklar" diye geçen malzeme kıtlığının bol olduğu kurak bir yerdi. Şurada toplasan 10 yaşıma geldim ama hala nasıl geçindiğimiz konusunda bilgi sahibi sayılmam. Buradaki kale ise... vay anasını. Devasa büyüklüğü bir yana sanırsam 12 katlıydı. Her bir tarafından surlara doğru çıkan taştan köprüler uzanıyordu. Bütün kale siyah ve bir katır büyüklüğündeki tuğlalardan örülerek inşa edilmişti. Etrafta muhtemelen güvenlik amacıyla karanlık tek bir yer bırakmayacak şekilde mor renkli meşaleler dizilmişti. Bu mor meşaleler her ne kadar mor olsa da ilginç bir şekilde beyaz ışık veriyordu. Üstelik her yerde muhafızlar bekliyordu. Güvenlik iyi hoştu evet ama soylular klanı olarak bilinen Purpleskull klanından daha gösterişli şeyler beklerdim. Bahçe bile yoktu. Önümüzde dev gibi bir çelik kapı vardı. Kapıya annemin arkasından ve mor meşalelerin üzerimde kurduğu baskından ezilmiş bir halde yürüdüm. Kapıya yaklaştığımızda o az önceki muhafız elinde boş bir şırınga ile anneme doğru yürüdü "Üzgünüm ekselansları fakat kraliçe Nightlight prenses Tricky'i korumak için güvenliği arttırdı." O şırınga beni gerçekten korkutmaya başladı. Muhafız şırıngayı bir elinde diğer eliyle de annemin elini tuttu. Tam şırınga ile elinden ufak bir kan parçası alacak iken tanımadığım bir kadın seslendi "Dur" kadını tanımıyordum ama çelik kapının ortasında henüz fark ettiğim sıradan bir kapıdan çıkmıştı. Kıvırcık mor saçları vardı, ten rengi hafif soluktu. Üzerinde hayatımda görüp görebileceğim en ilginç giysi diyebileceğim etekli bir elbise vardı. Mor ve altın işlemeleri eteğinin en ucundan sıfır kol giysisine kadar uzanıyordu. Bütün bunların üstüne de neyden yapıldığını anlamadığım bir çarşaf ile örtünmüştü. Muhafız onu görünce hemen eğildi... hayır bütün muhafızlar onu görünce önünde eğildi. Sonra kolundaki Purpleskull logosu olan siyah bir kafatası döğmesi gördüm. Kadın muhtemelen kraliçe Nightlight idi. Sert ve heybetli görüntüsü annemin suratına bakınca daha sıcak bir atmosfer yayan sevecen bir kadın gülümsemesi takındı. Annem de onun gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdi. "Bayağıdır görüşmüyorduk ha?" "Katılıyorum Liz" sesi beklediğimden daha nazikti. Sonra bana döndü. Yanıma yaklaşıp eğildi "sen Dreemur olmalısın değil mi? Çifte melez. Tanıştığıma memnun oldum Lordum." Lordum? Sorsaydım çok düşüncesiz bir davranış olurdu "Sizinle de tanıştığıma memnun oldum Kraliçe Nightlight" neyse ki okuldan aldığım ufak soylu görüşmeler hakkında eğitimim vardı da kendimi rezil bir duruma sokmuyordum "ah? Yoksa yüksek düzey kraliyet görüşmesi eğitimini almadın mı?" bunu her ne kadar gülerek söylediyse de biraz utanmıştım. Sonuçta bunu hiç yoktan kendim de düşünebilirdim, aldığım eğitim soylular arası argo kelime kullanmamak ve konuşma usulünü öğretmişti. Dünyanın en büyük soylularının kraliyet ailesi ile değil. Daha çok dikkat etmem gerekirdi. Neyse ki annem "sonuçta 4 sene karışık eğitim gördü o kadar üsteleme. Şu anki eğitim sistemi gerçekten karışık. Ama burada en az iki sene kalacağından bu konuda da güzel bir eğitim alabilir." Diyerek utancımı hafifletti "doğru nokta Liz... sonuçta buraya gelme sebebi bu değil mi?" annem kafasıyla onayladı. "Her neyse kaleye gidelim numatetfilius" ağzımdan istemsiz bir şekilde soru çıktı "Numatetfilius?" kraliçe sanki daha senle çok işimiz var der gibi bana baktı "Latince kökenli bir kelime, anne ve oğul demenin daha... alternatif bir yolu... bunları da mı öğretmiyorlar?" bir kez daha ağzıma kürekle vurulduğunu hissettim. Bunların hepsini geçtim aklımda deli sorular vardı. Meşaleler neden mor olmasına rağmen normal ışık veriyor? Neden kolunda öyle bir döğme var? Neden bana Lordum diye hitap ediyorlar? Neden genelde Latince kökenler kullanılıyor? Neden kalede olmamıza rağmen kaleye gidelim dedi? Anneme sonra belki sorabilirdim ama şu an pek mümkün değildi, tek yapabileceğim soruları kendi kendime cevap bulabilmek için dua etmekti. Hatırladığım kadarı ile ben bir lord olarak bir tanrıya hizmet ediyordum bu yüzden dualarım kabul olmalı değil mi? Ama aynı zamanda Redhood klanı tanrılara tapmadığından ikilemde kalmıştım.

Lordların EfendisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin