Tricky havada tepetaklak bir şekilde bir yandan eteğini açılmasın diye tutuyor bir yandan da şu an onu uçuran kuşun pençesine yumruk atmaya çalışıyordu. Ben ise onları yerden koşarak kovalıyordum. Neden özünü kullanmıyor ki. Ah, doğru... Onun özü gölge. Bu karda da etraf bembeyaz ve bu sebepten her yer de parlak. Uzaklığı algılayabilseydim onların ne kadar yukarıda olduğunu söyleyebilirdim, fakat yine de kar onların düşüşünü yavaşlatacaktır. Tricky bana çantasını fırlattı "TEK GÖZ! YAKALA" çantayı havada tutmam gerçekten zordu, ben de hiç uğraşmadım. Çanta benden bir metre kadar uzağa düştü. Çantayı aldım ve koşarken içini açtım. Tricky bana bunu fırlattıysa içinde işe yarayacak bir şey olmalıydı. Bakalım... Biraz baharat, tuz ve bir çeşit çubuk var. Çubuğu çantadan çıkarıp inceledim. Çubuğun ucuna bir yay monte edilmiş gibiydi. Çantayı yük olmasın diye bıraktım ve Tricky'e seslendim "BU ŞEYLE NE YAPMAMI İSTİYORSUN" "NE? DAHA ÖNCE ARBALET GÖRMEDİN Mİ SENİ APTAL!" eh? Arbalet de ne?
Fark etmeden kuleye varmıştık o çubuk benzeri Arbalet midir nedir onu da yanıma aldım. Kuş çoktan kulenin tepesine çıkmıştı. Tricky'i yemeye çalışacağını pek sanmıyorum. Muhtemelen cazibesi yüzünden onu kaçırmıştı. Tamam, her neyse. Bu saat kulesinin tepesine çıkmanın bir yolunu bulmalıyım. Etrafında bir kez dolaşıp baktım ama kapıya benzer bir şey yoktu. Fakat kule her nedense oturabileceğim kadar geniş çıkıntılarla doluydu. Kuleye şöyle bir baktım da... Ben buna tırmanırım. İlk çıkıntıya tutundum ve teker teker çıkıntılardan tırmanmaya başladım.
Sanırsam bir saat falan geçti ve sonunda saat kulesinin saat olan kısmına çıktım. Buralarda pek çıkıntı olmadığından yaklaşık üç katım kadar olan akrebe tutundum saat dördü on geçtiğinden şanslıyım sanırsam. Kolay olmasa da akrepten yelkovana kadar zıplamayı başardım. İşi zor yapan kısım parkur yapmak falan değil, hayır zayıf kollarımın olması da değil, kılıçla çok uğraştığımdan gerçekten de güçlenmişlerdi zaten. Asıl sorun düşme korkusu. Bu kadar yüksekten düşersem karın hiçbir faydası olacağını sanmıyorum. Yelkovanın tepesine çıktığım an bir takırtı sesi duydum. Bu... Garipti. Yelkovan birden bire iki yâda üç dakika ilerledi. Tamam, bunun benim ağırlığım yüzünden olmuş olma olasılığı var. Hızlıca saat kısmının hemen üstünde olan bir çıkıntıya sıçradım. Tamam, bundan sonra az kalmış olmalı çünkü hemen tepemde kocaman bir çalı var bu yuva olmalı. Ayaklarımı çıkıntıdan çektim ve sadece kollarımla ağırlığımı taşıyarak çalıdan tırmandım. Kendimi çalının kenarına geldiğine ikna olunca yukarıya kendimi çektim. Kendimi yuvanın içine attım ve yere yığıldım. Kafamı kaldırıp bakındım ve Tricky'nin bana gözünü diktiğini fark ettim "Dreemur?" "Evet majesteleri?" "Bu kuleye tırmanmadığını söyle lütfen." "tırmandım." "o zaman lütfen az önce duyduğum sesin saatten gelmediğini söyle" "sanırsam evet oradan geldi." "tamam, son bir istek, ne olur... Ama ne olur! Yelkovan ya da akrebe tutunmadığını söyle." "Eeee..." "DREEMUR SENİ EMBESİL! İKİMİZİ DE İDAM ETTİRMEYE Mİ ÇALIŞIYORSUN!" "hey tamam, sakinleş. Ne oldu ki bu kadar panik yaptın?" "NE Mİ OLDU? SAAT KULELERİNİN YELKOVANINI OYNATIRSAN REGULİBER MUHAFIZLARI PEŞİNE DÜŞER. MAHKEMEYE GİDİCEKSİN! MUHTEMELEN DE İDAMINA KARAR VERİLECEK!" "Abartmıyor musun?" kafasını yuvanın duvarına dayadı ve biraz sakinleşti. "Bu kulelerin ne işe yaradığını biliyor musun? Saati göstermekten fazlasılar. Kaosun yaklaşamamasını sağlıyorlar. Her biri antik çağlarda yapıldılar. Ejderhanın özel olarak koyduğu bir kural da ne yaparsan yap saatin yelkovan ve ya akrebini oynatmamaktı, senin yaptığının aksine." Ah... Ah... Kahretsin. "Sanırsam buradan hemen çıkarsak kimse anlamaz değil mi?" "Ejderha saat kulelerini hissedebiliyor diye duydum." "Hiç yoktan kuşa yem olmaktan iyidir ha?" "Arbaleti getirdin mi?" "Şu çubuklu yay mı?" "Onun adı Arbalet" "Her ne ise." Pelerinimin arkasında sakladığım yerden çıkardım. "Buyur majesteler" alıp kurcalamaya başladı. "Senin gibi savaş klanından gelen birinin arbaleti bilmemesine gerçekten şaşırdım." "daha önce böyle saçma bir şey görmedim. Ne yapıyor ki." "barutsuz tabanca gibi düşün." Anladım. Birden kuşun canavarımsı sesi duyuldu. Tricky hızlıca bir pozisyon alıp arbaleti kuşa doğrulttu. "neden büyü kullanmıyorsun?" "sadece ölüm ve kan manası kullanabilirim. Seni öldürmemi sorun etmezsen memnuniyetle kullanabilirim." "Yok, kalsın. Başka okun yok mu?" "Gerek yok." Birden arbaletden bir ok fırladı. Ok tam canavar kuşun göğsüne saplandı. Havada fışkıran kanlar gözüktü. Ardından Tricky rahat bir biçimde ayağa kalktıktan sonra elini ileri doğru tuttu. Kuşa kafamı çevirdim, karnından fışkıran kan kuşun etrafında zincire dönüştü. Fakat gördüğüm kadarı ile canavar kuş pek umursamadan bize doğru süratle gelmeye devam ediyordu. Tricky'e tekrar baktığımda az buz panik belirtileri görebiliyordum. İşe yaramayacaktı. Kuş ile Tricky'nin arasında iki metre civarı kalınca Tricky'e acele bir çelme takıp kendimi de yere attım. Hemen ardından kuş tam tepemizden geçti ardından yuvanın diğer ucuna kondu. Tricky ve ben de yuvanın diğer ucunda soğuk terler döküyorduk. "Tricky? Lütfen bana planının sadece bundan ibaret olmadığını söyle!" birden aklına bir şey geldi. Ardından da pelerininden siyah bir çubuk çıkarıp bana verdi. "SENİN ÇUBUKLARLA DERDİN NE!?" "Bir ucundan tutup çek şunu." Çektim... Bu bir çeşit kılıç Fakat daha ince. "gerçek bir kılıç neden getirmedin ki?" "sadece bunu aşırabildim tamam mı? Suikast için kullanılan baston kılıçlardan... Tamamlanmamış bir tanesi." "defolu yani." Kuş ağır adımlarla yaklaşmaya başladı. Dev ve çirkin bir şeydi. Göğsünden fışkıran kandan boyanan tüyleri dışında tamamen soluk mavi rengindeydi. Gözleri sapsarıydı ve gözbebekleri ise neredeyse yoktu. Yağdan dolayı yaklaşık 200 kilo falan olmalıydı. Kılıcıma bir baktım. Kabzası dümdüz bir çubuktu. Hangi malzemeden yapıldığını kestiremesem de kaliteli gibi duruyordu. Tricky sordu. "yenebilir misin?" "İmkânı yok, fakat sen yenebilirsin?" "Ne?" akşam olmaya başlamıştı ama hala üç dört saatimiz vardı. Tricky ve ben yuvanın batı tarafındaydık. Bir planım var. "Tricky yuvanın kenarına geç" pek irdelemeden geçti. Kendisi genel olarak daha zeki olsa da savaş ve liderlikte ondan daha iyi olduğumu biliyordu. Benden de iyi komutan olur bu arada J. Kuşun dikkati Tricky'e yönelmemesi için ilk saldırıyı ona koşarak ben yaptım. Kılıç ile karnına bir savurma yaptım. Tricky arkamdan "HAYIR!" diye bir bağırdı ama nedenini birkaç saniye sonra anladım. Kılıcım sadece 1 santimcik kesebilmişti. Kuş karnıma hızlıca bir tekme çaktı. Acıyı bastırmak için dilimi ısırıp hızlıca dengemi topladım. Kuş ise hiç kıpırdamadı, lanet olsun savunmaya geçti. İşte bu planımın sonu olurdu. Onu sanki saldırmaktan başka çaresi yokmuş gibi hissettirmeliyim ki planım işe yarasın. "O KILIÇ KESMEK İÇİN DEĞİL! SAPLAMAK İÇİN!" anlıyorum. Kesmeye değil delme ye odaklanmalıyım. İkinci kez saldırıya geçtim fakat bu sefer daha planlı bir taktiğim vardı. Kuş pençesini bana doğru tuttu. Tam pençeye çarpmadan önce zıpladım. Ardından kılıcımı bedenimin gerisinde tuttum ki daha sert saplayabileyim. Karnının biraz üstüne var gücümle kılıcımı sapladım ve ardından -hiper dönüş- tekniğimi kullandım. Ardından geri sıçradım. Kuşun karnının üstünde koca bir kesik oluşmuş ve kan akıyordu. Oktan gördüğüm kadarı ile kanamanın pek etkisi yoktu ama bu sorun olmayacaktı. Tahmin ettiğim gibi kuş bana doğru var gücü ile koşmaya başladı. "TRİCKY ARKASINA GEÇ!" "UMARIM NE YAPTIĞINI BİLİYORSUNDUR!" kuş tam bana çarpacak iken tekrar zıpladım. Tepesine çıktım ve tek gözümün kırmızı olduğundan emin oldum. Yakıt kan manası, atmosfer kan, enerji ise kılıcımın saplanması. Kolumu sıvayıp hemen kılıcı sapladım. Koluma yaklaşık bir ay önce çizdiğim çember parıldamaya başladı. Kuşun her tarafında zincir çıktı, ardından zincirler yere dökülmüş kanlara saplandı. Kuşu zemine zincirlemiştim ve ben burada iken de zincirli kalmaya devam edecekti. Fakat planımın kor noktası Tricky idi. "TRİCKY! GÖLGE!" onu sonunda yuvanın batı tarafında sabit tutmuştum. Güneşin tam batmamasını kendi lehime kuşun gölge yapması ile çevirmeyi başarmıştım. Birden Tricky özünün oluşturduğu uzuvlarla kuşu parçalara ayırmaya başladı. Ben ise bir kenara geçip onun işini bitirmesini izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordların Efendisi
FantasyDreemur, geçmişinden kaçamazsın. "Peki geleceğimden kaçabilir miyim?" 1. kitap bu kitap gerçek hayattan bağlantısız olarak yazılmış tamamen kurgu bir kitaptır (word 24 ölçekte aşağı yukarı 800 sayfa)