Gözüm acıyor... bu parlak şey... güneş? Sabah mı olmuş? Ah... belim... ağrıyor, neyin ütünde uyumuşum. Azcık dikelip neler olduğunu anlamaya çalıştım. Gözüm yavaş yavaş düzelmeye başladı, pencereden hafif bir şekilde ufuktan yükselen güneş tam da olduğum noktaya odaklanmıştı. Yatağın üstünde olmam gerekirken yanında yere oturarak uyumuşum, bu belimi açıklar. Üzerimdeki bu ağırlık... Vanessa? Üzerime yatmıştı. Gözlükleri ağlamaktan buğulanmıştı, elbisesi ise kırışmış... benim durumum da ondan pek farklı değil sonuçta. Yavaşça onu dürttüm "Vanessa... kalk hadi sabah oldu, bugün kaleye gidiyoruz hadisene" yavaşça gözlerini kırpıştırarak açtı fakat buğulu gözlüklerle görmesi pek de kolay değil anlaşılan. "Bekle gözlüğünü temizleyim" nazikçe gözlüğünü çıkardım ve kırışık gömleğim ile gözlüğü çizmeden silmeye çalıştım, bunları neden kullanıyor ki. Düzgünce gözlükleri geri taktım. Gözlerini kırpıştırdı. Biraz gerildi ve etrafına baktı, nedendir bilinmez bir şekilde yüzüme biraz odaklandı yüzümde bir şey mi var? Sonra etrafına bakınmaya devam etti, nerede olduğunu anlamaya çalışır gibi... ayağa dikildi ve benim de kalkmam için elini uzattı. Ben de korkunç derecede ağrıyan belim sebebiyle hem ondan hem de yataktan destek aldım. Ayağa kalktım ve ne yapmamız gerektiğini düşündüm "Bayan Victoria kalkmıştır, hadi nerdeyse sen de onun yanına git. Ben de... anneme bakacağım." Annem muhtemelen bütün gece ağlamıştır, ben ise hiç destek vermedim, hiç yoktan daha geç olmamalı, her ne kadar ne diyebileceğimi bilmesem bile... yanında olsam bile yeterli olur herhalde. Vanessa odadan çıktı. Ardından ben de kapıya yöneldim. Tam çıkacak iken gözüme parlak bir şey ilişti... ah madalyon. Babam ya da herhangi biri onu bulmamalı. Madalyonu yataktan aldım ve gözükmeyecek bir şekilde gömleğimin içine taktım. Her ne kadar giymek acı verse de cebime koyarsam daha da belli olur. Annemin odasına yöneldim. Kapının önüne gelince olduğum yerde bekledim. Kapıyı tık tıkladım. Biraz bekledim ama ses gelmedi. İçeri girdim babam çoktan odadan çıkmıştı, annem yatağın kenarında oturmuş bekliyordu. Yüzü ise... ruhsuzdu. Yanına yaklaştım "anne?" kafasını kaldırıp bana baktı, bir gıdım duygu yoktu, ama yine de yüzüme odaklı bir şekilde bakıyordu. Birkaç dakika ikimiz de konuşmadık. En sonunda ağzını açtı "senin bir suçun yok canım tamam mı?" "Beni boş ver anne... ben atlattım" "bütün suç bende canım... fakat kendini suçumun bir ürünü olarak görme tamam mı?" "Anne saçmalama, senin bir suçun yok" "ab- Lusi haklıydı, onursuz bir aptalım..." göz yaşlarımı tutamadım... annem kendini suçlamaya başlamıştı. Odada daha fazla duramadım, zaten gelirken de söyleyecek bir şey bulamamıştım. Odadan kuru gözyaşları ile çıktım. Kapının dışında babam vardı "evlat kendini suçlama... annen kolay kolay üstünden gelemeyeceği bir durumda sıkışıp kaldı... unut gitsin." Neden herkes suçlu hissetmem gerekirmiş gibi konuşuyor.
Bayan Victoria valizleri arabaya dolduruyordu. Drak da orda yardım ediyor... pislik herif. "Bayan Victoria" elindeki orta boylu bavulu arabanın içinde bir yerlere koyduktan sonra bana döndü "Evet efendim?" yüzü sanki hiçbir şey olmamış gibi bir ifade takınmıştı. "Annem iyi olacak mı?" gözlerini yere devirdi empati kurmada kötü olduğunu biliyordum fakat yine de soru sorabileceğim kimsem kalmadı sayılır "kendinizi suçlamayın... efendim..." "Neden herkes suçlu hissediyorum gibi konuşuyor?" biraz şaşırmış bir ifade takındı "şey bu... bizim doğamızda pek yok ama... meleklerin doğasında her şeyden kendini sorumlu tutma gibi bir huy var..." ne yani herkes melek olduğumu mu düşünüyor... annem... demek onun doğasında var böyle bir şey. "Sence ben melek miyim?" biraz düşündü sonra ağzındaki bakla sonunda düştü "aynaya daha bakmadınız sanırım... efendim..." ayna mı? Köşke geri girdim ve lavaboya doğru koştum. Demek bu yüzden herkes yüzüme odaklanıyordu, normalden farklı bir şey olmalıydı. Banyo odasına girdim ve acele bir şekilde ışıkları açmaya çalıştım. Karanlıkta bu tuşu bulması zaten zor ama bu panik ve stres ile hiçbir saniye kaybetmemem gerekmiş hissi vücudumu ele geçirdiğinden rastgele duvara dokunmaya başladım. Sonunda buldum... çalışmıyor, elektriği mi kestik yoksa. Üff ne yapmalıyım ne yapmalıyım... Ateş! Eğer biraz büyü kullanabilir isem ateş yakabilirim. Havadaki ateş manası işimi hiç de zorlaştırmaz. Tamam şimdi hatırla, ateş yakmak için gerekli temel şeyler neydi; yakıt, atmosfer ve enerji; mana, oksijen ve kıvılcım. Bu işte usta olmadığım için ufak bir büyü çemberi de gerekecek... peki kıvılcım? Eğer tahminim doğruysa banyo dolabında boş bir çakmak olacaktı... üstelik çakmaklar üretilirken üzerine ateş çemberi de işlenirdi. Dolabı hışımla açtım, işte orda kapının çaprazındaki pencereden gelen azıcık ışıkta parlayan çakmak. Hemen elime aldım, ateşle oynamamamı birçok kez Bayan Victoria söylemişti ama şu anki durum farklı. Manayı vücudumun içine çekmeye başladım... bu his... boğazım... acıyor..., manayı yoğun bir şekilde ağızımdan soludum ve çakmağı çaktım. Çakmağın üstündeki çember ışıldamaya başladı, büyü tamamlanmıştı çakmağın çember kazılı tarafını yukarı çevirdim ve aktifleştirmek için niyet sözümü mırıldandım "Yan", çember birden alev aldı ve ortada mumdan biraz daha parlak bir ışık çıkardı. Gözlerimin önünde ilk büyüm canlandı... ablam yardım etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lordların Efendisi
FantasyDreemur, geçmişinden kaçamazsın. "Peki geleceğimden kaçabilir miyim?" 1. kitap bu kitap gerçek hayattan bağlantısız olarak yazılmış tamamen kurgu bir kitaptır (word 24 ölçekte aşağı yukarı 800 sayfa)