Episode 8

3.6K 268 256
                                    

Ep. 8- Hug

Annie'nin dişi dev olduğu ortaya çıktığından beri karargahta güvenlik tedbirleri bire on artırılmıştı. Herkes potansiyel şüpheli olarak kabul edilirken sürekli kontroller ediliyor, yeni acemiler dahil her kes gözetimden bırakılmıyordu.

"İsim ve iş."

"Asker Faith Anderson, efendim. Çayınızı getirdim." Gir komutunun ardından her zamanki gibi şekersiz ve sütsüz siyah çayı önüne koydum. Kalemini masaya bıraktı. Bıkkınca alnını ovuşturarak çaydan bir yudum aldı.

"Sana söylediğimi yaptın mı?" Annie olayı tüm askerlere duyurulmamıştı. Dişi devi indirmek için yapılan planda ismi geçen askerler dışında neredeyse kimse bilmiyordu. Bu yüzden çoğu asker Annie'nin nerede olduğunu dahi bilmiyordu. Buna oda arkadaşım Hitch de dahildi.

"Evet, efendim. Bilmediğim bir dilde alınmış notlar ve belgeler dışında hiçbir şey yok." Gözleri hafif kısılmış bir şekilde yüzümü incelediğinde aklından ne geçtiğini anlamıştım. Şüpheleniyordu. Oda arkadaşıydım ne de olsa. Bu normal bir şeydi ama kalbimin bir yerlerinde kırıldığımı hissettim. Gözleriyle beni suçluyor oluşunun beni bu denli üzmesi ona olan sevgimden miydi, yoksa sadece suçlama yüzünden mi böyle hissediyordum?

"Çıkabilirsin." Dediğinde gözlerini kaçırmıştı. Aklından ne geçiyordu kaptan?

"Kaptan." Gözleri gözlerimi bulduğunda titrediğimi hissettim. "Bunu size yapacak son kişi bile değilim. Bunu benden iyi siz biliyor olmalıydınız." Sessizce önündeki evrak işlerinde gezindi bakışları. Benden mi kaçıyorsun, Kaptan?

"Kaptan!" Sesim daha öfkeli ve sabırsız çıkmıştı. Neden bunu yapıyordum bilmiyorum. Sadece bilsin istiyordum. Güvensin, belki önemsesin. Gözlerimi kapatmış şekilde kendimi açıklayamamanın verdiği acıyla yanarken kapının tıklatılması ve Komutan Erwin'in odaya girmesiyle rahatsızlık vermemeyi bahane ederek kaçtım odadan. Karargahın bahçesinde bir kaç tur atmıştım heyecanımı bastırmak için. Benden şüpheleniyordu.

Tüm askerlerinden şüpheleniyordu hatta. Ama ona olan sevgim bana uzattığı suçlayıcı parmağı boğazıma dayanmış bir bıçak gibi yansıtıyordu bana. Üzerine gittikce canımı yakacak, beni öldürecek bir bıçak.

En kötüsü bu şüphe meselesi açıldığından beri alınan tedbirler yüzünden Hange'yi de doğru dürüst görememiştim. Muhtemelen o da Levi ile aynı şekilde askerler üzerinde toplamıştı şüphesini.

Akşam yemeğinden sonra yasak saatine kadar dışarıda dolaşmıştım. Yorgunca çıktığım merdivenlerden sonra köstekli saatime göz attığımda yasak saatinin olmasına daha 15 dakika kadar olduğunu gördüğümde biraz balkonda vakit geçirebilirim diye düşünmüştüm. Benden önce gelip balkon korkuluklarına yaslanmış şekilde gökyüzünü izleyen bedeni gördüğümde heyecandan ne yapacağımı bilemedim önce. Sonra aklıma Mike'ın Levi haklında çetin ceviz olduğunu söylediği geldi aklıma. Cevizin kabuğunu zorlamazsak kıramazdık değil mi?

Cesurca adımladım arkasına. Kollarımı sakince beline dolarken ellerimin altında kaslarının gerildiğini hissetmek kalbimi daha da hızlandırmıştı. Buna rağmen göğsümü ve başımı sırtına yasladım. Gözlerimi yorgunca kapatarak ağırlığımın bir kısmını ona verdim. Nefesini tutmuştu, öylece duruyordu, tepki vermiyordu.

"Faith." İsmim dudaklarından döküldüğünde heyecanıma korku karıştı. Yine de geri durmadım. Mırıltıyla cevapladım seslenişini.

"Hmm."

"Bırak!" Dişleri arasından öfkeyle çıkan sesine karşılık daha sıkı sarıldım.

"Hayır."

"Canını yakmak istemiyorum. Bırak dedim." Sırtına yasladığım başımı kaldırarak hareket etmeyen ensesine baktım.

"Yorgunum. Daha sonra iste." Tekrar yaslandım sırtına. "Burası rahat."

Bir anda ne olduğunu kavrayamadan öne doğru çekilmiş, korkuluklarla Levi arasında kalmıştım. Mavi gözleri yıldızların ışığında öfkeli parıltısını benden esirgemeden yüzümü inceliyordu. Adrenalin'in arttığını hissediyordum. Vücudumun sıcaklığı artıyordu. Tuttuğu bileklerimi hem çekmek istiyor, hem de bu anın sonsuza kadar devam etmesini istiyordum.

"Bir daha bunu yapacak olursan seni balkondan aşağı atarım."

"Beni bunlarla korkutamazsın." dediğimde öfkeyle kasılan yüzü gevşedi. Derin bir şaşkınlığın ardından bıkkınca göz devirdi.

"Bunu anladığını sanmıştım."

"Neyi?" Dedim umursamazca.

"Sen askersin, ben senin üstünüm."

"Yani asker olmasam sorun yok?"

"Öyle bir şey demedim." Dedi bıkkınca.

"Dedin."

"O anlamda demedim." Diye düzeltti söylediğini. Sadece omuz silkmekle yetindim.

"Faith, ciddiyim. Eğer bunu tekrarlarsan cezan ağır olacak."

"Sadece masum bir sarılma için mi?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğum soruyla yüzüme eğildi.

"Hayır, yüzbaşına gereğinden fazla yakınlık gösterdiğin için. Aynı zamanda yaptığın şey karşı tarafın hoşuna gitmiyorsa bu tacize girer." dediğinde hiç bu açıdan düşünmediğimi farketmiştim. Evet kabuğunu kırmak istiyordum ama zorla bir şeyler yaparak ve yaptırarak yapamayacağım gerçeği de vardı.

"Ben... üzgünüm." Dedim kısık sesle. "Rahatsız ettiğimi bir an umursamadım, canımln istediği gibi davrandım. Özür dilerim." Başımı hala bırakmadığı bileklerimden kaldırıp yüzüne baktığımda yine yüzümü incelediğini farketmiştim.

"Dileme." Bileklerimi nazikçe bıraktı. "Git dinlen. Yasak saati başladı. Yarın ikimiz de bu olaylar olmamış gibi davranacağız. Burada olan burada kalacak." Yumruğumu kalbime yaslayarak topuğumu yere vurdum.

"Emredersiniz, yüzbaşım!" O arkasını dönüp giderken bile aklımda dolanan tek şey bu emri uygulamayacak olmamdı.

Just A Soldier - Levi AckermanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin