Ep. 29-Nightmare
Aylar olmuştu.
Onu görmeyeli aylar olmuştu. Mavi gözlerine bakmayalı, dudaklarını öpmeyeli, sarılıp uyumayalı...
Öylesine özlemle doluydu ki ruhum. Gördüğüm yerde her şeyi gözardı ederek sarılacaktım ona.
Ama kayıptı. Bulamıyordum. Askeri polisin başedemediği dükkan sahibiyle görüşmek için çıkmıştı en son. Gidebileceği bütün yerler karış karış aranmış, buna rağmen tozuna bile raslanmamıştı.
Hange ölmüş olmasından şüpheleniyordu ama kabul edemedim. Onu kaybetmeyi kabullenemezdim.
Bu yüzden tekbaşıma atıldım dışarı. Şüphelenilen kişilerden biri askeri polisin de karşısına duramadığı, kaçak silah taşıdığı ileri sürülen dükkan sahibiydi. O da içeri adım attığımdan beri, muhtemelen askeri giyimimden dolayı tuhaf bakıyordu bana.
"Hanımefendi, eğer bir şey almayacaksanız beni oyalamayın." Bakınmayı bırakarak ona döndüm.
"Levi Ackerman." Dedim ses tonumu olabildiğince sakin tutmaya çalışarak. "Onu buralarda hiç gördünüz mü?" Bıkkınca göz devirdi.
"Giden gelen onu sorar oldu artık. Dükkanıma hiç uğramadı diyorum. Nesini anlamıyorsunuz?" İfadesizce dükkan sahibinin söylenmesini izlerken kapıdan dışarıya takıldı gözlerim. Ortada geniş bir yol varken yolun karşısı ormanlık alandı. Sık ağaçların arasınında parlayan küçük beyaz kelebeklere baktım. Beyaz kelebeklerin arasında adeta siyah duman yayan gri kelebekler de vardı.
Karşımdaki kaba adamı görmezden gelerek dışarı çıktım ve yolu geçtim. Kelebeklerin uçuştuğu yere vardığımda öylece donup kaldım. Tepki dahi veremedim. Aylardır aradığım adam tam karşımdaydı. Gözleri açık, dudakları hafif aralık şekilde yerde yatıyordu ve kurumuş kanla boyalı gömleğinin içinde çürümeye yüz tutmuştu. Onu kaybetme düşüncesini bile zihnimi kabul etmezken onu böyle görmek...
Kalbimin milyonlarla parçaya ayrıldığını hissettim.
Böyle olamazdı hayır.
İnsanlığın en güçlü askeri bu şekilde gidemezdi.
Beni geride bırakamazdı.
Nasıl? Nasıl olmuştu? Sur Rose'un içi kontrol edilirken nasıl onu bulamazlardı? Nasıl öylece ölüp gidebilirdi?
Etraf karardı, tüm vücudum şokla titredi. Bir anda yatakta sıçradığımda ilk yaptığım şey oturaral yanımı kontrol etmek oldu.
Yoktu.
Levi yanımda yoktu.
Güneşse çoktan doğmuştu.
"Levi!" İsmini bağırarak yatağın kenarına kaydım. Kasıklarımdaki ince sızı beni zorluyordu. Ayağıma takılan yorgandan kurtulmak için komodine tutunsam da işe yaramadı. Yorganı üzerimden atayım derken yere düşmüş, ardından komodinin üzerindeki metal sürahi ve cam bardağı da düşürmüştüm. Zeminle buluşan cam bardak tuza buz olmuştu.
Yerden destek alarak kalkmaya çalıştığımda avucumda hissettiğim sızı tüm duygularımı harekete geçirmişti. Yorgana takılı ayağımı kurtarmayı bırakarak kendime çektim bacaklarımı. Boğazımdan kaçan hıçkırıkla ikinci kez haykırdım ismini. Gözlerimi her kapattığımda gördüğüm o görüntü ağlamamı şiddetlendirirken ofise bağlı olan kapının şiddetle açıldığını duydum.
"Faith!" Kulağa melodi gibi gelen endişeli sesinden sonra hızlı adım sesleri yankılandı odada. Omuzlarımdan tutup bana baktı. Endişeyle irice açılmış irisler her bir yerimi inceledi. Yüzünü görmek, zihnimin o hayal edilemez kadar korkunç olan görüntüyü film çarkı gibi tekrar tekrar göstermesine sebep olurken bir hıçkırık daha firar etti dudaklarımdan. Beni tek hamlede kucağına çekip dizleri üzerine oturttu be sıkıca sarıldı. Başımı okşayıp ileri geri hafiften sallanırken kulağıma "Geçti, burdayım." Demesi beni bir nebze olsun sakinleştirmişti.
Geçti.
Buradaydı.
Yaşıyordu.
"Eli kötü durumda." Hangenin sesini duydum yan tarafımda. Elimi elleri arasına almış, avuç içimi inceliyordu. Cevap vermeden sadece burnumu çektim ve daha da gömüldüm Levi'nin boynuna. "Dikiş gerekebilir." Elimi Hange'den çektim ve daha da sığındım Levi'nin kucağına. Levi ise bir an olsun ellerini saçlarımdan çekmiyordu.
"Güzelim," boynuna daha da sığındım ismimi seslendiğinde. "Noldu?" Cevap veremedim. Öldüğünü gördüm diyemedim. Kalbimdeki acıyı dile getiremedim.
"Faith," bu kez Hange seslendi bana. "Kabus mu gördün?" Sadece başımı salladım ve Hange'yi onayladım.
Beni sıkıca saran kollardan biri geri çekildiğinde üşüdüğümü hissettim önce. Sonrasında kolu bacaklarımın altında yer aldı ve beni kaldırdı. Cam parçalarının ayakkabısı altında kırıldığını duydum. Sırtım yumuşak yatakla tekrar buluştu. Eli saçımda tekrar yer edinirken açmadım gözlerimi. Yorgan üzerime tekrar çekildi. Ama elimin yorganın altında kalmasına izin vermedi.
Yanaklarımdan akan yaşları baş parmağıyla süpürdüğünde aralayabildim gözlerimi. Yorgunca yüzünde gezindi kahverengi irislerim.
Yaşıyordu.
"Ben ilk yardım çantası getireceğim. Bu böyle kalmasın." Hange'nin gidişini izleyen Levi tekrar bana baktı. Yanağımdaki eli saçlarımı geriye tarayarak geriye attığında istemeden titrek bir nefes çektim ciğerlerime. Ağlayışım dinmişti ama iççekişlerimi durduramıyordum.
"Ne gördün?"
"Seni." Kısılmış sesimi olabildiğince yüksek tonda tutarak ona duyurdum. Gerisini sormadı. Yanında kaldığım geceleri defalarca şahit olmuştum onun kabus görmelerine, uyanıp odayı terketmelerine. Bazen sarılıp sakinleştirirdim, bazen de izn vermezdi. Kabusları en iyi bilen oydu belki de. Daha fazla sormadı, sorgulamadı. Kötü hissedeceğimi bildiğinden sesini çıkarmadan "Sadece bir kabus," dedi. "Gerçekleşmeyecek şey. Korkuların. O kadar." Alnımda sıcak dudaklarının baskısını hissettiğimde yorgunlukla kapattım gözlerimi. "Gitmeyeceğim, buradayım."
***
Bölüm hakkında düşüncelerinizi ve tahminlerinizi yazmayı unutmayın.
Oy ve yorumları eksik etmeyin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just A Soldier - Levi Ackerman
FanfictionLevi Ackerman Türkçe hayran kurgudur. Smut içerir "Peki seni rahatsız eden konu ne?" "Sevilmemek, Hange. Sevilmemekten ölesiye korkuyorum. Normal biri olsa yaklaşır iletişim kurmaya çalışıyım ama öyle değil işte. Vereceği tepkiyi bile ölçemiyorum...