Episode 2

4.2K 299 397
                                    

İyi okumalar

***
Ep. 2- Feelings

"Sence de artık açılma vaktin gelmedi m?" Mikroskopun mercek ayarlarıyla oynarken dalgınca konuştu Hange. Sessiz kaldım. Defalarca konuşulan konu tekrar açılmıştı. Sonu yine bilinmezliye doğru gideceğinden devam ettirmenin bir anlamı da yoktu. "Artık neredeyse bir yıl olacak."

"Gerek yok."

"Nedenmiş o?" Gözlüğün altındaki çatık kaşları ve hafif aralık dudağıyla bana döndü.

"Hange, bu çok karışık bir mesele." Deney tüpünü elime alarak, içindeki saydam kırmızı maddeyi izledim. "Hazır değilim."

"Deneylerimden karışık olamaz ya." Cevap olarak sadece omuz silktim. Deney tüpünü aldığım yere geri bıraktıktan sonra kenardaki sandalyeyi altıma çekerek, oturdum. Her iki omuzuma yerleşen eller destek verircesine sıktı omuzlarımı. Arkamda duran Hange hafif öne doğru eğilerek yandan yüzüme baktı. Güven veren bir tebessüm vardı ifadesinde. "Anlat, dinlerim."

"Hissettiklerimin doğru olduğunu düşünmüyorum." Yan taraftaki sandalyeyi altına çekip benimle yüz yüze olacak şekilde oturarak bir elini dizime koydu.

"Neden doğru olduğunu düşünmüyorsun?" Bir süre öylece kucağımdaki ellerimi izledim. Anlatıp anlatmamak arasında kalmıştım aslında. Kimseyle geçmişimi paylaşmamıştım. Herkes tarafından umursamaz biri olarak anılırdım, kimseye bu ifademin arkasında taşıdığım hisleri ifade etmediğimden şimdi de maskelediğim hislerimi dilime dökmekte zorluk yaşıyordum.

"Ben düzgün bir ailede yetişmedim." diye başladım kendimi açıklamaya. "Üzerimde hep baskı ve nefretle büyüdüm. Buraya ilk geldiğimde bile insanlara nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyordum." Cesaretimi toplayıp, önümde beni dikkatle dinleyen genç kadının gözlerine baktım. "Elbette güzel arkadaşlıklar kurdum, mutluluğun ne olduğunu tattım burada. Güzel şeyler keşfettim."

"Peki seni rahatsız eden konu ne?"

"Sevilmemek, Hange. Sevilmemekten ölesiye korkuyorum. Normal biri olsa yaklaşır iletişim kurmaya çalışırım ama öyle değil işte. Vereceği tepkiyi bile ölçemiyorum, yanındayken heyecandan elim ayağıma dolaştığı için her bir şeyleri kırıp döküyorum. Konuşmak istediğimde kestirip attığı için susmak zorunda kalıyorum. Bu karargahta yüzlerle benim gibi asker varken, ben de onlardan farksızken beni görmesini nasıl beklerim ki?" Dalgınca konuşmamın ardından tekrar Hangeye döndü bakışlarım. Beni değil de oturduğum yerde arkamda kalan kapıdaydı bakışları.

"Hange." Tam arkamı dönecekken duyduğum ses kaskatı kesilmeme sebep olmuştu.

Levi'nin sesi.

Hange bakışlarını tekrar bana döndürdüğünde dudağının kenarının kıvrıldığını farkettim. Biliyordu, başından beri Kaptanın orada olduğunu biliyordu. Peki Kaptan ne kadarını duymuştu? Kimden bahsettiğimi anlamış mıydı? Neden sesini çıkarmadan öylece dinlemişti?

Aferin, Faith. Yine kendini rezil ettin.

"Levi?" diye karşılık verdi Hange.

"Erwin bizi çağırıyor. Konuşmamız gereken konular olduğunu söyledi." Ses tonundaki hissizliğini bozmadan konuştuktan sonra kapının kapanma sesini duydum. Hemen ardından Hange kalktı ve sessizce odayı terketti. Beni ve zaten karışıkken daha da bir birine girmiş olan düşüncelerimi laboratuvar odasında yalnız bıraktı.

Yaşadığım gerginlik ve heyecandan dolayı terleyen avuçlarımı pantolonuma sildim. Hange, Kaptanın böyle konulardan anlamadığından bahsetmişti ama yine de korkuyordum. Onun hakkında konuştuğumuzu anlarsa vereceği tepkiyi bilemediğimden daha çok geriliyordum.

Kızar mıydı?

Elimde olmadan kazandığım hisler yüzünden kızacağını sanmıyordum.

Karşılık verir miydi?

Devlerle arkadaş olmak bile daha olası bir durumdu.

Peki ne yapardı? Ne tepki verirdi?

"Böyle giderse kafama sıkacağım." Hışımla oturduğum yerden kalkıp, kapıya ilerledim. Elimi tokmağa atamadan kapının yüzüme doğru açılmasıyla kafamda küt bir ağrı hissetmiştim. Elim alnımda birkaç adım geriye attım. Önümde bana gözlerini irice açarak bakan Annie'yi gördüğümde, bağırdım.

"Deli misin sen? Ne yapıyorsun?"

"Asıl sen kapının arkasında ne yapıyorsun?" Elimi alnımdan çekerek baktım yüzüne. Sorusunu es geçerek farklı bir cevap verdim.

"Yüzbaşı Zoe'yi arıyorsan burada yok. Komutan Erwin çağırdı."

"Komutan mı? Ama Yüzbaşı-" bir müddet duraksadı. "Ben Yüzbaşıyı değil seni arıyorum. Temizlik saati yaklaştı, odalarımızı toplayıp duş alalım. Sıcak suya yetişemeyeceğiz." Başımla onu onayladıktan sonra arkasından ben de çıktım odadan. Yatak odasına vardığımızda Hitch'in odayı çoktan temizlemeye başladığını gördüm. Ama öyle böyle değil, bayağı ciddi bir temizliye başlanmıştı. Çekmeceler önlere doğru çekilmişti. Tüm giysilerimiz yataklarımızın üzerindeydi, kendisiyse dolapları çekmeye çalışıyordu.

"Öyle dikilmek yerine yardım etsenize." Hızlıca yardımına koştuk. Tamı tamına 2 saatimizi alan derin temizliğin ardından çekmece ve dolaplarımızı da düzenleyip, banyo yapmak adına duşların olduğu bölüme geçtik.

***

Akşam yemeğinden sonra her hangi bir işimiz olmadığı için odamıza geçmek için kalktık yemek masasından. Ama daha yemekhaneyi bile terketmemiştik ki Kaptanın sesiyle olduğum yerde irkildim.

"Asker, Anderson. Çıkış yasağı başlamadan önce odama uğra." İfadesizce yüzümü inceledi bir süre. En sonra gözlerime dokundu buz mavisi gözleri. Hemen ardından gözlerimi kaçırmak zorunda hissettim. Üzerimde hissettiğim derin baskıdan kurtulmak adına asker selamı vererek, odasına uğrayacağımı onayladıktan sonra koşar adımlarla yemekhaneyi terketmek mecburiyetinde kalmıştım.

Kesin anladı.

Nereden anlayacak?

Ya Hange söylediyse?

Neden söylesin? Söylemek için bir sebebi var mı?

Ya Kaptan sorduysa?

"Bu konuyla neden ilgilensin ki?"

"Kim neyle ilgileniyor?" Omuzlarım üzerinde hissettiğim ağırlıkla kolunu omuzuma atmış olan Connie'ye baktım.

"Hiç."

"Emin misin? Son zamanlarda fazla durgun gibisin." Ekmeğinden ısırık alan Sasha yüzünü bana çevirdi. "Nerede o küfürbaz, neşeli Faith?"

"Evet. Eskiden Ereni döverdin, Jean'a sürekli şakalar yapardın." Connie muzumdaki kolunu daha da sıkarak kendine çekti beni. "Sasha ile yemek çalardınız, benimle karargahtan kaçardın. Çoğu zaman teklif eden bile sendin."

"Evet, şimdi teklif etmeyi bırak, biz istediğimizde bile gelmiyorsun."

"Önemli bir şey yok çocuklar." Geçiştirdim onları. "Sohbetinize doyum olmaz, yasak saatinden önce Kaptanın ofisine uğramam gerek."

"Bi de şu Kaptan olayı." Connie kolunu geriye çekerek ellerini ceplerine koydu.

"Evet, son zamanlarda Kaptandan kaçıyor gibisin. Sana bir şey mi yaptı? Kötü bir şey mi söyledi?" Tam da hissettiklerimi anladıklarını sandığımdan ödüm bokuma karışır gibi olmuştum ki, Connie'nin ardından Sasha'nın kurduğu cümleyle gülme isteğimi bastıramadım.

"Çocuklar, yok öyle bir şey. Sadece... Kaptan işte. Siz korkmuyorsunuz sanki." Connie tam cevap verecekken elimi 'neyse' der gibi salladım. "Ben yorgunum, gideyim de ne söyleyecekse söylesin, sonra da rahat bir uyku çekeyim." Verecekleri cevabı dinlemeden merdivenlere yöneldim.

***

Umarım bölümü sevmişsinizdir.

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın:)

Just A Soldier - Levi AckermanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin