Episode 1

5.6K 299 249
                                    


Ep. 1- A cup of tea

İyi okumalar

***

"Sakin ol, sadece çay götüreceksin." Bakışlarımı umutsuzca Jean'a çevirdim. Beni sakinleştirmek ister gibi bir ifade taşıyordu ama o da en az benim kadar korkuyor gibiydi.

Kaptan her zaman belirli saatlerde çay içerdi ve çayı ona hep Petra götürmüştü. Şimdiyse Petra hastaydı ve bu görevi Kaptandan en çok kaçan kişi olan bana devretmişti. Kaptanın yanında nefes bile almaya çekinirken benden ona çay götürmemi istemişti. Hasta olduğu için onu üzmek istemeyip, kabul etsem bile her an düşüp bayılacak gibi hissediyordum.

"Söylemesi kolay zaten." Ortaya çöken sessizliğin ardından zihnimden vücuduma yayılan utanç hissiyle ellerimi saçlarıma daldırdım. "Kesin batıracağım." Ve ardından Jean'ın bıkkın nefesi duyuldu.

Yeni bir sessizlik daha çöktüğünde, bu kez sessizliği kaynayan suyun sesi bozmuştu. Sıcak suyu dikkatlice demlikteki siyah çayın üzerine döktükten sonra Jean'a baktım.

"Adam beni sakar diye biliyor."

"Sakar olmadığını kanıtlamanın tam sırası değil mi?"

"Sorun da orada zaten, sakarlığım sadece Kaptan etrafımdayken geçerli."

Demli çayı fincana aldım, ardından fincanı koyduğum tepsiyi sıkı sıkıya tuttum. Jean'la aramızdaki kısa helalleşmeden sonra çayı soğutmamak adında hızlı ve dikkatli adımlarla terkettim yemekhane mutfağını. Koridorlardan geçerken bir an olsun  gözümü çekmemiştim tepsiden. Çayı başarılı bir şekilde dökmeden getirdiğim için kendimi tebrik etmek istesem de sırada daha zor bir seviye vardı.

Çayı dökmeden Kaptan Ackerman'ın masasına koymak.

Sakin kalmaya çalışarak, derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklattım.

"Gir." Düz sesini duyduğumda tüylerim dikilmişti. Midem bulanıyor, başım dönüyor ve bacaklarım titriyordu.

Bu adam hem zihinsel, hem de fiziksel olarak mahvediyordu beni.

Normalde isim ve geliş sebebini sormadan kimseyi odasına almazken ona çayını getiren Petra olduğumu sandığından direkt girmemi istemişti.

Kapıyı yavaşça aralayarak, içeri geçtiğimde, gözlerinden geçen saniyelik şaşkınlığı sezecek vaktim olmuştu. Ardından kaşları tekrar düz bir hal aldı, hafif aralı dudakları tekrar birleşti. Mavi gözleri önce yüzümde, ardından elimdeki tepside gezindi.

"Çayınızı getirmiştim." Dalgın bir şekilde başını salladığında, kapıyı aralık bırakarak, girdim içeri.

Saçmalamayın, tabiki de rezillik yapma ihtimalim olduğundan kolay kaçabilmek için yapmadım.

Çayını masasının üzerine bırakıp, geriye bir adım attım. Gözucuyla odasını incelerken vereceği herhangi bir emre karşı dikkatimi ondan çekmemeye çalışıyordum.

İçeri ilk girdiğimde tam karşıda masasını görmüştüm. Çalışma masasının önünde küçük bir sehpa ve sehpanın yanlarında sandalyeler vardı. Öte yandan biraz daha önde sol duvara yaslı bir koltuk, koltukla yüz yüze olan duvara yaslı duran bir de kitaplık vardı. Kitaplıkta yine her şey düzenliydi. Çalışma masasının sağ tarafında kalan bir de kapı vardı. Orası, muhtemelen, yatak odasıydı. Hange Levinin karargah dışında gittiği bir yer olmadığından bahsetmişti bir sohbetimizde. Bu yüzden orasının yatak odası olması ihtimalinden başka bir fikrim yoktu.

Just A Soldier - Levi AckermanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin