Dokuzuncu Bölüm

326 53 22
                                    

Sabah her zamankinden daha erken uyanmıştım. Çünkü evimde bir misafir vardı. Bu güzelliklerin hepsinin kanıtlamam gereken bir misafir... Normal sabahlarıma göre daha mutlu bir sabahtı benim için. Kendimi daha enerjik ve uykumu almış hissediyordum.

Askılı, pembe, üzerinde mavi tonlarında üç yapraklı çiçek bulunduran kısa bir tişört giymiştim. Altına da o aynı maviden, mini bir etek. Şirin duran topuklularım ve yandan örülmüş saçımla hazır sayılırdım. Makyajımı yapıp lenslerimi takınca tabii...

İki gece öncesinde lenslerimi çıkarmadan uyuduğum için gözlerim biraz ağrıyordu ama idare edebilirdim. Odamdan çıkarak onun yanına gittim. Odasında yoktu. Kitaplara ve filmlere dokunmamıştı bile. Hepsi ilk bıraktığım gibiydi. Laptop da yerli yerindeydi. Merak ettiğimden gidip buzdolabına da baktım. Orada da her şey tamdı. İkram edilmediği sürece hiçbir şeye dokunmuyordu bu çocuk.

Sakince odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Büyük ihtimalle tahmin ettiğim gibi olmuştu. Kadınlara eğer erken kalktığını fark ederseniz salona indirin demiştim. Onlar da öyle yapmış olmalılardı. Çalışanlardan biri beni merdivende yakalamıştı.

"Efendim ,kahvaltı hazır. Sizi bekliyorlar."

"Tamam." Dedim soğuk bir ses tonuyla ve arka bahçeye yöneldim. Masanın ufacık köşesi bile boş değildi. Tam da benim istediğim gibi... Sonrasında ise Jungkook'u aradım. Havuzun önünde durmuş onu izliyordu. Kadınlardan birini onu çağırması için gönderdim. Dakikalar bile geçmeden masadaydı.

"Günaydın."

"Günaydın." Masanın diğer ucunda durdu ve benimde karşısına oturmamı izledi. Sesi çok canlıydı.

"Nasıl, rahat uyudun mu?"

"Evet, çok rahattı. O yastıkları neyden yapmışlar?" gülümsedi.

"Kuş tüyü." Dedim ben de iç çekerek. Devamında ise bir yardımcı soru yağmuruna tutmuştu onu. Bizim sohbetimiz şimdilik kesilmişti.

"Günaydın efendim."

"Günaydın." Dedi Jungkook tüm kibarlığıyla ve tabi ki eksik olmayan gülümsemesi yine dudaklarındaydı.

"Gazeteleriniz efendim. İlk hangisinden başlamak istersiniz?"

"Iıı ben pek gazete okumam." Bana döndü ve masumca omuzlarını kaldırdı. Ben ise gözümü kırpmadan onları izliyordum. Her istediğinin yapılması ya da emir vermek ona kendini nasıl hissettirecekti? Duruşu, bakışları değişecek miydi ya da ses tonu? Merak ediyordum.

"Peki efendim. Çay mı içersiniz kahve mi? Çay ise çayınız hangisi olsun? Bitki çayları, kültürel çaylar... Kahve ise..."

"Çay, bildiğimiz çay. Bitki çaylarından biri..." Kıkırdadım ama bunu onların duymamasını diledim ve elimle ağzımı kapattım. Hizmetçi devam etti.

"Nasıl isterseniz efendim. Omletiniz neyli olsun efendim? Patatesli, peynirli, kaşarlı, sosisli..."

"Sade. Kalabalık olmasın."

"Peki efendim." İyi görünmüyordu Jungkook. Mutlu olmaktan çok emir verdiği için kötü hissediyor gibiydi kendini. Gerilmişti ya da sorular onu sıkmıştı. Kadın tam içeri girecekken konuştum.

"Dergim nerede?" Panikledi ve elindeki sepette büyük bir telaşla hep okuduğum dergiyi aradı. sonunda bulmuştu.

"Buyurun efendim." Sertçe çektim ve karıştırmaya başladım. Ben dergiye dalmışken Jungkook konuştu.

"Çok zahmet etmişler, ne gerek vardı bu kadar şeye?" Masada bir kuş sütü eksikti sadece.

"Bu onların işi Jungkook. Tabii ki yapacaklar!" Verdiğim cevaptan pek memnun olmasa da konuşmadı. İlk onun istedikleri ve sonrasında da benim çayım gelmişti. Ama bu işte bir terslik vardı.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin