Yirmi İkinci Bölüm

329 52 42
                                    

Elimi alnımdan çektim ve etrafa bakındım. Müziğin yüksek sesi beynimi patlatacak kadar baskı yapıyordu kulaklarıma. Kafamı sallayıp etrafı daha net görmeye çalıştım ama bu pek mümkün değildi. Elimdeki bardağı önümdeki sehpaya bıraktım. Başım inanılmaz dönüyordu. Beynim, küçük bir çocuk gibi salıncakta sallanıyordu.

Sol elimdeki sigaradan biraz daha çektim. Onu da artık içemeyecek duruma geldiğimde yere atmıştım. Eve gitmem lazımdı. Yoksa burada ölebilirdim...

Dean'nın evindeydik. Parti vardı onlara göre... Evde adım atacak ne bir boşluk ne de alacak temiz bir hava vardı. Sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Büyük çoğunluğu bana aitti, kabul ediyorum. Gözlerimi kapatarak elimi boğazıma götürdüm. Nefes alamıyordum.

Oturduğum koltuktan destek alarak ayağa kalktım. Beynim uyuşmamıştı ama vücudum tamamen uyuşuktu. Dans edenlere çarpa çarpa ilerlemeye çalıştım. Doğru düzgün yürüyemiyordum bile. Zik zaklar çizerek yürümeye devam ettim. Etraftaki her şeyi sanal gibi görüyordum. Ellerim boşlukta destek alacak bir yer arıyordum.

Bir kapının koluna tutunmuştum ki tüm yükümü oraya vermemle kapı açıldı ve bende içeri yığıldım. Kafam yere çok sert çarpmıştı ve kalkmak için çırpınmamıştım. Onu yapmaya halimde yoktu zaten. Yerde öyle boylu boyunca uzanmışken yanıma gelen iri bir beden hissetmiştim. Bedenim havaya doğru yükseldiğine göre artık kucaktaydım.

"Aurora!" gözlerimi hafif araladım. Arthur'du. Ben içeride kendimden geçerken, bilincimi kaybederken o kapalı kapılar arkasındaydı.

"Beni eve götür."

"Tamam bebeğim." Bacaklarımı daha sıkı kavradı ve bedenimi kendininkine bastırdı.

"Aurora! Bu kadar çabuk pes edemezsin. Hava daha yeni aydınlanıyor. Parti daha yeni başlıyor." Barack'ın sesiydi sanırım bu. Başımı Arthur'un göğsüne yasladım ve sadece el salladım.

"Bizim evde işimiz var çocuklar."

"Ooo..." gülüşmüşlerdi hepsi. Arthur, sadece havasını korumaya çalışıyordu.

Beni kucağında taşıyarak kalabalığı yara yara çıkmıştı evden. Bilincim kayıptı. Arabaya oturttu ve kemerimi bağladı Arthur. O an ölmek istemiştim. Gerçekten, ölmek istemiştim. Dünyanın benim için hiçbir anlamı, amacı yoktu. Her şey boşunaydı.

Jungkook yoktu.

Onu en son dört gün önce görmüştüm. Nasıl özlemiştim... Her şeyi kaybetmişçesine, ruhumu yitirmişçesine özlemiştim... O dört güne ait hatırladığım tek şey sürekli sarhoş oluşumdu. Partilerden, gece kulüplerinden çıkmamıştım hiç. Eski hayatıma geri dönmüştüm. Yine insanları aşağılıyor, havam uğruna herkesi eziyordum. İster istemez öyle olmuştum. Çünkü çevremdeki herkes öyleydi.

Kimse Jungkook kadar iyi değildi. O sürede kimse benim için endişelenmemiş, beni merak etmemişti. Bende öyle. Hayatı böyle olan biri neden yaşamak istesin ki? Normal olarak ben de ölmek istiyordum.

Sanırım eve gelmiştik çünkü beni tekrardan kucağına almıştı. Hızlı hareket etmiyordu, oldukça yavaştı. Merdivenleri yavaşça çıktı ve odama götürdü beni. Yatağa yatırdığında bir süre başımda dikilip, yanıma oturmuştu.

"Neden bu kadar içtin?"

"Düşünmemek için." Gözlerimi açmadan konuşmuştum.

"Peki, şu an düşünmüyor musun?"

"Maalesef, hayır." dudaklarım ve sesim titremişti.

"Onu özlüyorsun" yavaşça gözlerimi açıp, ona baktım. O da ayağa kalktı ve ayakkabılarımı çıkardı.

Ölü Papatyalar  I  JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin